30 Aralık 2013 Pazartesi

Hopelandic 5

Atlas Okyanusu’nun kuzeyinde ve hemen hemen her şeyden uzakta olan, izole bir ada devleti İzlanda’nın müzik dünyamıza kazandırdığı yetenekli sanatçıları ve zaman zaman da İskandinavya sahnesi konu edindiğimiz “Hopelandic” 5. Yayını ile 30 Aralık Pazartesi akşamı 22.00’da yayında.

Programın mp3 kaydını ve şarkı listesini yayından sonra  burada bulabilirsiniz.

Seray Şan

     İllüstrasyon: Gizem Vural

27 Aralık 2013 Cuma

My Brightest Diamond Buzdan Masal Diyarının Kapısını Aralıyor

Kışın ilk ve yılın son günlerine girdik; havayı saran hüzün, 2013’ün “En”lerinden oluşan listeler, Noel şarkıları ve yılbaşı partilerinin ortasında kalmışken birden Shara Worden nam-ı diğer My Brightest Diamond, Bob Dylan coverı ile çıkageldi.

2011’de yayımladığı All Things Will Unwind albümünden sonra yayımladığı cover’lar ile dinleyicilerini hüzünden hüzne koşturan Shara, 2013’ü Bob Dylan’ın 1997 çıkışlı Time out of Mind albümünden Make You Feel My Love şarkısı ile kapadı. Shara Worden’ın kristalize sesinden yankılanan ünlü Bob Dylan şarkısı dinginliğin aslında çok da masum olmadığını anlatıyor. Zira bu dinginliğin altında yatan keder yılsonuna yaklaştığımız şu günlerde pek çoğumuzun kalbini sıkıştıracak kadar kuvvetli.

Daha önce Trisha Yearwood, Kelly Clarkson, Adale, Garth Brooks gibi isimlerin de yeniden yorumladığı Dylan klasiği, Shara Worden’ın sesiyle daha içten ve yalın bir hale bürünmüş.

Yıl sonlarında ruh dağlamaya yatkın dinleyicileri için muhteşem bir hediye düşünmüş Shara, dinleyelim.

Seray Şan

26 Aralık 2013 Perşembe

Paul McCartney: Yarım Asır Öncesinden New’e

“Şarkılarımı oluştururken Lennon’la konuşurum.” diyor Paul McCartney; yeni LP ‘New’ için Rolling Stone’a verdiği bir mülakatta. 6 yıl aradan sonra, tümüyle yeni bir albümle karşımıza çıkarken yarım asır önceki Lennon & McCartney ruhuna dikkat çekmeyi unutmuyor. Yeni albüm, bu sözlerin suyuyla demlendiğinde, The Beatles’ı taze tınıların arasında bir yerlerde bulmak zor olmuyor. Zira cümleleri ağzında ezen ve yaşlanmayı yıllar önce unutan naif ses, anbean ‘60’ların genç Paul’ünü çağırıyor.

Peki ya Lennon?

McCartney’ye göre O da burada.

Liverpool’dan Dünya’ya

Temmuz 1957’de Lennon’la tanışır McCartney. George Harrison da yanlarındadır. İlk önce The Quarrymen ile maceraya atılırlar. Skiffle etrafında dönen tarzın içerisinde bir süre nefes alınır. 1960’ın ayak seslerinde ise The Beatles ile yeni isim mevzusunu hallederler. Sakin geçen başlangıç günlerinde, üyelerden Stuart Sutcliffe, henüz 21’inde toprağın altına uğurlanır. Grup, bu yıkıcı kaybın üstüne yama atmak zorundadır. Ringo Starr bu işi yüklenir.

Ötesi aydınlıktır. The Beatles, çok değil birkaç yıl içinde, ucu Batı ve Doğu’nun sınırlarına dayanan bir Beatlemania’nın içine düşecektir.

Bir topluluğu; bir üyenin eksenine yerleştirmek ya da diğer bir üyenin gölgesine sıkıştırmak pek doğru olmaz. The Beatles da her bir üyesinden güç alıyordu. Havalimanlarında ya da otel önlerinde bekleyen hayranlar, her bir grup üyesinin adını eşit seviyede haykırıyorlardı. Fakat şöyle bir iç denge söz konusuydu sanki: Ringo ve George; görece daha işine bakan halet-i ruhiyede gezinirlerken, Lennon & McCartney ikilisi, işin makine dairesinde tam zamanlı bulunuyorlardı.

20’li yaşlarını solumakla meşgul bu ikili; müzik tarihinin en keskin projesi olarak nitelenir o zamanlar. The Beatles dünyayı sallıyordur, Başkan Nixon’ın elini sıkmaya hazırlanırken şişmanlamakla meşgul olan Elvis’in krallığındaki karşı kıta dahi istila edilmiştir ve stadyum dolusu insanlara karşı performans sergilemek, onlar için artık sıradan bir hal almıştır.

Emekleme günlerindeki Rock’n Roll için bunlar yeterliydi belki; hatta idealin ötesindeydi. Gelgelelim orada frene basılmadı. 70’ler yaklaştıkça, 20’li yaşlar 30’lara yol aldıkça, şarkıların içine nihilist dönemeçler ve materyalist kavrayışlar serpiştirilecekti.

“İsa’dan daha popüleriz” savı, o günlerin laubaliliğiydi.

İşte bu ideal olanın üzerine The Beatles’ı taşıyan Lennon & McCartney imzasıdır. Zirvede dağılmaları onları daha da efsanevi yapmış mıdır, evet. Batı’dan, Doğu Bloğu’na karşı bir popülarite silahı olarak kullanılmalarından -istemeyerek de olsa- beslenmişler midir, evet. Ama bir de hak edişler vardı. Özellikle Beat Kuşağı’nı kucaklayan insanların seslerini gürleştirdikleri dönemde ünlü grubun ürettikleri; Liverpool’u dünyanın merkezine çekmeyi başarmıştı.

Across the Universe, I’ve Got a Feeling, Get Back, Come Together, Back in the USSR, Julia, Yesterday, Lucy in the Sky with Diamonds, Eleanor Rigby ve daha onlarca şarkı.

Paul McCartney, bu ikili üretimin en az %50’si demekti.

The Beatles Sonrası: Solo Kariyer ve Wings’li Yıllar 

1970’lerin ilk ışığı belirdiğinde anlaşıldı ki The Beatles bir önceki on yıllık dönemin gün batımında kalmıştı. Herkes kendi yoluna gitti. Son LP ‘Let It Be’, dağılmanın ardından yayımlanacaktı. Yoko Ono faktörü, kopuşu yaratan sebeplerin yalnızca görünen ve gereğinden fazla büyütülen buz dağıydı. Grubun haklarının el değiştirmesiyle gelen mali belirsizlikler ve herkes bir aradayken esen soğuk rüzgarlar; onlar adına devam edilecek yolları kapatıyordu. Zira Harrison ve McCartney’nin yıllar sonra belirtecekleri gibi “Yoko, bir yerlerden çıkıp gelmeseydi de o kapı kapatılacaktı.”

Çatı su sızdırıyordu.

Stüdyoda birlikte kaydettikleri son şarkının adı The End’ti. Kayıt sırasında, hiç kimse The End’in, o malum sona karşılık geldiğini zihninden geçirmiyordu. Sonradan anlaşıldı ki; şarkının kayıt dakikalarında kaderin bilmem kaçıncı oyunuyla tanış olunmuştu.

The Beatles dağıldığında McCartney, henüz 30’unda bile değildi. Solo kariyer kaçınılmazdı. 1970’in ilk aylarında derhal hazırlıklara girişildi. Apple Records etiketiyle yayımlanan LP’nin adı, yeni iklimin kapıya dayandığını ve bir bakıma “Tek başına yol alınabileceğini” nitelemek ister gibiydi McCartney.

Bu stüdyo albüm, Britanya ve Birleşik Devletler’de ilk 3’te kendisine yer bulacaktı. Arayı soğutmaya niyeti yoktu McCartney’nin. ‘Ram’ adlı ikinci solo LP, hemen ertesi yıl piyasayla tanıştırıldı. The Beatles benzeri satış rakamı yakalanamamıştı belki; ama yine de ilk solo albümün liste başarısı Ram’e de sinmişti.

Ardından, solo kariyeri bir süreliğine yedeğe çekip, ilk eşi Linda ile Wings’in temellerini atmaya karar verecekti McCartney. 1971-1981 arasında yaşayan Wings, öyle başarılı bir hayat sürdü ki; grubun, geçmişteki mirasın gölgesini yırtıp attığı bugün bile dillendiriliyor. Nitekim iki Grammy sahibi Band on the Run, Venus and Mars ve London Town ile Wings’in; diskografisini bugüne taşıdığını söylemek yanlış olmaz.

“Başka yönlere gitmek sağlıklı bir tavırdı.” diye niteliyor The Beatles sonrası gelen günleri McCartney. ‘70’lerin ardından ise daha dar köprülerden geçecekti. Bu 10 yıllık dilimde bir başka grupla iyi işler çıkarmış, solo kariyerini kanıtlamış ve üretkenliğini sürdürmüştü. Fakat gider hesabında da iki büyük kalem vardı. Babası Jim McCartney’yi ve The Beatles’taki diğer %50’sini kaybetmişti Lennon’ı.

Uzun yaşamanın en kötü yanlarından birisi de –ki bana kalırsa en az ölüm kadar beterdir- yakınlarının ölümüne tanık olmak olmalı. Annesinin, babasının, eşinin, çocukluk arkadaşlarının ve en yakın dostlarının cenaze törenlerine katıldı McCartney. Bir röportajında, “Yaşadığımız hayat, bize otobiyografik hikâyeler sunar” diyerek şarkılarındaki hareket noktasını ifşa ederken de bu acıların, kimi zamanki mutlulukların, sanatındaki tek çıkış alanı olduğunu belirtiyor ünlü İngiliz.

New’deki Anlatı

McCartney’nin, geçtiğimiz günlerde yayımlanan 16. stüdyo albümü New’deki anlatı da otobiyografik işleyişleri içinde yaşatıyor. Beş numara Early Days’in ağırlığındaki akustik gitar gidişatına serilen geri vokaller ve öncü ritmi kotaran baskın vokal tarzı; McCartney’nin anlatısına en olmadık açılardan ışık tutmakta.

Bir önceki stüdyo albüm atağının adı Kisses on the Bottom’dı. Birkaç şarkının haricinde, klasikleşen şarkıların tekrar yorumuyla oluşturulmuştu söz konusu bu albüm ve her ne kadar bir stüdyo LP kategorisine alınmış olsa da, 5 yıl önceki Memory Almost Full’deki kadar komple bir çalışma değildi. Buradan hareketle New’ün, 2007 yılından bu yana ilk McCartney LP’si olduğu söylenebilir.

Eğer, her dönem yaşadıklarını bir kenara not eden ve gerektiğinde o anıları ete-kemiğe büründüren bir adamın sokaklarında geziyorsak, şarkılar arasındaki geçişleri de; enstrümanlar arasındaki ince bağlantıları da gücün örtüsüyle tanıştırmamız gerekebilir. New, böyle bir albüm, 1997 yılının Flaming Pie’ı ya da 2001’in Driving Rain’i gibi.

Albümün Save Us ile açılıyor olması, üstadın henüz ilk şarkıda prodüksiyonel yenilikleri kovaladığını fısıldıyor sanki. İkinci sıradaki Alligator ve Queenie Eye ise o fısıltıları gittikçe belirginleştiriyor. Dört farklı prodüktörün albüme dokunması –isimlerden birinin, Beatles’ın efsanevi prodüktörü George Martin’in oğlu Giles Martin, bir diğerinin ise Adele’ın sound’unu tanımlayanlar arasında adı geçen Paul Epworht olduğunu belirtelim- bütünlük adına bir kesintiye sebep vermezken, emprovize yönler arasında bağımsız basamakların oluşmasına katkı sunuyor.

Los Angeles-New York-Londra ekseninde kaydedilen albümde şarkılar birbiri ardına aktıkça; elektronik geçişler, akustik sanılar, muhtelif merkezli pop algılayışları durmaksızın gün yüzüyle tanışıyor. Klasik müziğe dair geçiş dönemi projelerinden, Youth ile ortak yürütülen The Fireman çıkışlarına ve hatta işin içinde The Freelance Hellraiser’ın olduğu 2005 çıkışlı Twin Freaks albümüne değin McCartney ismiyle karşılaşmaktayız. Haliyle, yarım asırlık kariyerine müziğin farklı kodlarını sığdıran birisini dinliyoruz New’de.

Gerisinde The Beatles, Wings gibi topluluk çalışmaları ve ayrıca 15 solo stüdyo albüm olsa da, hala bugüne dair dokunuşları var Liverpoollu dahinin. Üstelik McCartney, günü yakalama işini New’de biraz daha üst sınırlara çıkarıyor ve 90’ların ilk çeyreğinde yayımlanan tekliklerinin tadına ulaşıyor. Peki ya kapanışı çağıran Everybody Out There ve Hosanna için ne demeli?

Karanlıktaki sorular, sarsıntılar, olumlamalar…

Meşhur İngiliz, 71 yaşında artık; ama ‘New’ boyunca anbean 60’ların Paul’üne çekiliyoruz.

Lennon mı?

McCartney’nin yanından hiç ayrılmadı ki…

Bekir Özgür Aybar (milliyet.com.tr)

New:

Save Us

Alligator

On My Way to Work

Queenie Eye

Early Days

New

Appreciate

Everybody Out There

Hosanna

I Can Bet

Looking at Her

Road

25 Aralık 2013 Çarşamba

2013 Seçkisi

2013 içinde yayımlanan ve yıl boyunca yayın akışında sıkça yer verdiğimiz albümleri “2013 Seçkisi” ile bir araya getirdik. İki bölüm olarak yayınlayacağımız seçkinin ilk kısmı 24 Aralık Salı,22.00’da.

Programın mp3 kaydını ve şarkı listesini yayından sonra  burada bulabilirsiniz.

 

Şarkı Listesi:

Vondelpark – California Analog DreamJames Blake – Life Round HereRÁJ – GhostKing Creosote – Ankle ShacklesDarkside – The Only Shrine I’ve SeenSuuns – Edie’s DreamShannon Wright – Caustic LightPoliça – Very CruelDavid Bowie – Love Is Lost (Hello Steve Reich Mix)Phosphorescent – Song for Zula

 

 

24 Aralık 2013 Salı

Hopelandic 4

Atlas Okyanusu’nun kuzeyinde ve hemen hemen her şeyden uzakta olan, izole bir ada devleti İzlanda’nın müzik dünyamıza kazandırdığı yetenekli sanatçıları ve zaman zaman da İskandinavya sahnesi konu edindiğimiz “Hopelandic” 4. Yayını ile 23 Aralık Pazartesi akşamı 22.00’da yayında.

Programın mp3 kaydını ve şarkı listesini yayından sonra  burada bulabilirsiniz.

Seray Şan

Şarkı Listesi:

 

Brambles – Arête

Múm – Winter (What we never were after all)

Jóhann Jóhannsson — Abandoned Locomotive Overgrown By Luxuriant Vegetation

Sigur Rós – Var

Hjaltalín – I Feel You

Ólafur Arnalds – For Now I Am Winter [Feat. Arnór Dan]

Rökkurró – Fjall

Jónsi – Hengilás

Olafur Arnalds – Gleypa Okkur

Björk – Unravel (Family Tree / Strings)

İllüstrasyon: Gizem Vural

23 Aralık 2013 Pazartesi

Piyano Piyano Bacaksız 30

Günlük yayın akışımızda da sıkça çaldığımız, Çağdaş Klasik Müzik sanatçılarına yer verdiğimiz program “Piyano Piyano Bacaksız” 30. yayınıyla 22 Aralık Pazar akşamı 23:00′da yayında.

Dinleyin

Yayın sonrasında şarkı listesini ve kaydını burada bulabilirsiniz.

Evrim Cantimur

Şarkı Listesi:

Johann Johannsson – Ef Eg Hefdi Aldrei…Olafur Arnalds – ÁgústNils Frahm – FaA Winged Victory for the Sullen – Requiem for the Static King Part 1Sylvain Chauveau – Et Peu à Peu Les Flots Respiraient Comme on PleureFabrizio Paterlini – Week #10Matthew Robert Cooper – Miniature 9Clem Leek – At the Mercy of the WavesDanny Norbury – 1983Dustin O’Halloran – An Ending, A Beginning

19 Aralık 2013 Perşembe

Metronomy’den Bilimkurgu Videosu

4. stüdyo albümleri Love Letters’ı önümüzdeki Mart ayında Because Music etiketiyle piyasaya sürecek olan Metronomy; Kasım ayında yayımladığı ilk kayıt olan “I’m Aquarius” videosunu paylaştı. Videonun yönetmenliğini Fransız Édouard Salier yapmış. Bilimkurgu ögelerini başarılı biçimde kullanmış olan yönetmenin diğer referansları da oldukça güçlü isimlerden oluşmakta. Şimdiye kadar aralarında Air – Light Is Her Footfall, Massive Attack – Splitting the Atom, Massive Attack – Atlas Air, 30 Seconds to Mars – This Is War, Justice – Civilization videolarının da bulunduğu portfolyoya sahip ismin müzik videoları ve kısa filmlerinden kazandığı çok sayıda ödülü bulunmakta.

Yalkı Akçay

18 Aralık 2013 Çarşamba

2013′ten radara takılan beş albüm

Yılsonu alışkanlıklarından biri de geride kalmaya yaklaşan seneye dair bir hesabın içine düşülmesidir. İtina ile bir takım listeler hazırlanır ve görece bir bakış açısının izinde sabitlenilir. Biz de bu işin dışında kalmayı reddedercesine, ‘en iyi – en kötü’ ayrımına düşmekten kaçınarak, kendimizce dikkate değer duran albümlerden 5 tanesine değindik.

 

AMOK – Atoms for Peace

Radiohead’ten Thom Yorke, Red Hot Chili Peppers’tan Flea ve REM’den Joey Waronker’ın öncülüğünde oluşan bir topluluk Atoms for Peace. Yaklaşık 3 yıldır canlı performanslarından haberdardık. Nihayet geride kalan Şubat ayında ilk LP’leri AMOK’u yayımladılar.

Burada Yorke’un dünyası ağır basıyor; Before Your Very Eyes, Ingenue, Unless ya da Stuck Together Peaces…  Radiohead’in, 90’ların İngiliz gençliğini hangi formlarla tanış ettiğini az çok biliyoruz. Britpop’u exprimental’a çektiler, underground’u gün yüzüyle buluşturdular ve henüz milenyum öncesinde elektronik bazlı şarkıları disiplinlerine boca ederek Oasis, Blur, Pulp, The Stone Roses meydanlarının orta yerinde kansız bir devrim gerçekleştirdiler. İşte Atoms for Peace de o devrime yeni halkalar ekliyor. Safi Rock’n Roll’u tabu halinde görenler, OK Computer ile Amok arasında bir bağ kurmaktan kaçınacaklardır; zaten böyle bir ilişkiye gerek de yok.  Amok’da her şey güncele dair.

 

AM  – Arctic Monkeys

Sheffieldlı çocukların kariyerlerinde ciddi basamaklara tırmandıkları ilk albümle karşı karşıyayız. İlk LP’deki sertlik de kendine özgüydü; sonraki ise yakın gelecekte devam eden dağınık-umursamaz genel formda.

Yıl 2013 oldu ve artık Artic Monkeys’in kariyerini işleyen parçalar daha merkezi vuruşlarla yaklaşıyor. AM’den de bunu anlıyoruz. Do I Wanna Know, One for The Road, I Want It All ve I Wanna Be Yours gibi şarkılar LP’yi daha da ileriye taşıyor. 2007 çıkışlı Favourite Worst Nightmare döneminde kendisiyle yapılan bir röportajda “30’larıma geldiğimde bir rock grubunda olmak istemiyorum.” diyen Alex Turner, bu hedefin yalnızca 3 yıl gerisinde artık. Gerçi yakın geçmişte bu hedefi kovalamaktan vazgeçebileceğini söyleyen de yine Turner’ın ta kendisiydi. Şu an ki gidişat da ikinci açıklamayı doğrular nitelikte. İngiliz rock grupları arasında ismi liste başına çekilen isimlerden biridir artık Arctic Monkeys. AM’ de bu liste başı durumunun en güncel kanıtıdır.

 

BE – Beady Eye

Oasis artık yok ve Liam’ın ılımlı geri dönüş sinyallerine rağmen Big Brother Noel’in “Ben yokum.” minvalindeki son açıklamalarıyla bir süre daha -en azından What Story Morning Glory LP’sinin 20. yılına dek- Oasis’in bekletmeye devam edeceğini söyleyebiliriz.

Beady Eye ise; Noel’siz bir Oasis’e tekabül ediyor. Ağabey Gallagher haricindeki tüm üyeler burada. Liam, Gem Archer, Andy Bell, Chris Sharrock ve 2013 itibari ile Kasabian’dan transfer edilen Jay Mehler. Yine de bir post-Oasis topluluğu değil Beady Eye. Bir anlatısı var; kendine özgü sözleri ve etkileyici yakın geçmişinden sıyrılma çabaları… İlk LP 2011 yılında çıkageldiğinde yaftalardan kurtulmaları pek kolay olmamıştı; fakat bu defa daha kendinden emin adımlarla çıkageldiler. Flick of the Finger, Soul Love, I’m Just Saying, Shine a Light, Start Anew gibi şarkılar da bu bağımsız gücü onlar adına haykırıyor. 40’larına gelse de Liam’ın vokali hala 1994’ün kıyılarında. O Liam ki; hala ayakta!

 

Victim of Love - Charles Bradley

İdolü sorulduğunda: “Elbette James Brown.” cevabını veriyor hiç düşünmeksizin. “O da benim gibi çok acılar çekmiş, o da benim gibi hayatın güçlükleriyle yaşamak zorunda kalmış ve evet, kendimi en çok O’na yakın hissediyorum.” diye de ekliyor Bradley bir röportajında.

1948 doğumlu Charles Bradley müzikal kariyerinde yalnızca iki stüdyo albüme sahip. 2011 çıkışlı No Time for Dreaming ile ilk LP’sini yayımlayıp güçlü geri dönüşler almıştı ve bu yıl içinde de ikinci stüdyo atağını Victim of Love ile gerçekleştirdi. 1950 ve 1960’lardaki nefesi iç ediyoruz bu şarkılarda ve “siyahî gırtlağı” tanımına bizzat çekiliyoruz. Funk ve soul’un en safi haliyle üstelik 2010’larda yeniden karşılaşmak, Victim of Love’ın her anı boyunca mümkün hale geliyor ve elbette buradaki müzikal tavır 50 yıl öncesine ait rafların tozunu anbean siliyor.

 

Dream Cave - Cloud Control

Cloud Control’le tanışmamı, geçtiğimiz aylarda yayımladıkları Dream Cave adlı LP’yle karşılaşmama borçluyum. Bu albümün şarkı listesiyle kurduğum bağı hala tam anlamıyla koparamadım. Çalışmanın her bir adımı birbirini o denli genelliyor ki; dikkatinizi sahiplenen tek bir vuruya dahi tekil açılarla yanaşamıyorsunuz. Ardından, süratle grubun 2011 çıkışlı ilk albümü Bliss Release’e ve geriye kalan EP ataklarına yoğunlaştım. Avustralya merkezli topluluğun her bir şarkısında ana ritme boğulmuyorsunuz; o derinlikte nefes almaya devam ediyorsunuz.

Dream Cave; etrafı sularla çevirili bir ülkenin, görece uzakta kalan bir anakaranın dehlizlerinde netleşen bir anlatı. Scar, Scream Rave, Dojo Rising… Indie’nin çıkış noktasına dikkat çekercesine, Dream Cave’in kimi anlarında betonvari bir gökyüzü yaratılıyor. Cloud Control; dünyanın ücra köşesindeyken, merkezin bulutlarını sahipleniyor.

 

Bekir Özgür Aybar

17 Aralık 2013 Salı

Hopelandic 3

        İllüstrasyon: Gizem Vural

Atlas Okyanusu’nun kuzeyinde ve hemen hemen her şeyden uzakta olan, izole bir ada devleti İzlanda’nın müzik dünyamıza kazandırdığı yetenekli sanatçıları ve zaman zaman da İskandinavya sahnesi konu edindiğimiz “Hopelandic” 3. Yayını ile 16 Aralık Pazartesi akşamı 22.00’da yayında.

Programın mp3 kaydını ve şarkı listesini yayından sonra  burada bulabilirsiniz.

Seray Şan

 

 

Şarkı Listesi:

Seabear – Lion Face Boy

Sprengjuhöllin – Worry Till Spring

Of Monsters and Men – King And Lionheart

Sin Fang – Always Everything

Valdimar – Yfir Borgina

Útidúr – The Glow (Retreat)

Hafdis Huld – Synchronised Swimmers

Borko – Born to be Free

Pascal Pinon – Ekki Vanmeta

Jónsi – Boy Lilikoi

Rökkurró – Sólin mun skína

Sigur Rós – Hoppípolla