31 Ocak 2014 Cuma

Elliott Smith ile Dans Etmeye Hazırlanın

Mike Doughty (Soul Coughing) Soundcloud hesabından Elliott Smith ile 1998’de yaptıkları üç şarkıyı paylaştı.

Elliott Smith, Good Will Hunting‘in film müzikleri üzerinde çalışırken Sunset Sound Stüdyoları’nı ziyaret ettiğinde Mike Doughty ile karşılaşıyor ve birlikte üç şarkı yaratıyorlar. ULL adı ile paylaşılan bu 3 şarkıyı daha önce hiç duymadığımız gibi bildiğimiz Elliott Smith müziğinden oldukça farklı olduğunu gördük: ULL bir elektronik dans müziği oluşumu.

The Record, Burn ve Dogs (vokalinin en belirgin olduğu kayıt)’da Elliott Smith’in distorsiyonlu ve genellikle tek hece döngülü vokalinin tekno synth ile bütünleştiği görülüyor. Doughty 16 yıl önce başladıkları projeyi geçtiğimiz günlerde bitirdi ve bu şarkıların aslında Smith’in yapmak istediği müzik olduğunu söyledi.

Elliott ile dans etmek fikri oldukça yeni ve bir hayli ilginç olacak.

Seray Şan

29 Ocak 2014 Çarşamba

Kara Kutu 7

Hem ana akım, hem de ana akım dışında kalan yerli müzisyen ve grupları ağırladığımız Kara Kutu, 7. programı ile 29 Ocak Çarşamba günü 22.00′da.

Yayın sonrasında şarkı listesini ve soundcloud kaydını burada bulabilirsiniz.

Serhat Sayıcı

28 Ocak 2014 Salı

Money İle Manchester Sokaklarında Bir Yolculuk

Manchester deyince aklınıza hangi müzisyenler ve gruplar gelir? Joy Division, The Smiths ve Oasis mi? Yoksa The Verve, Lamb ya da Elbow mu? Bu isimler bile tek başına Manchester’ın müzikal açıdan ne kadar verimli topraklar olduğunun kanıtı. Hal böyle olunca bu yöreden çıkan yeni isimlere dikkat kesilmemek ve kendilerini belli bir beklentiyle dinlememek mümkün olmuyor. Manchester’ın güncel müzik camiasının yeni isimlerinden biri de Money.

İlk albümleri The Shadow of Heaven’i Ağustos 2013’te Bella Union etiketiyle çıkardılar. 2013 yazında ve sonbaharında Avrupa’nın birçok şehrini turladılar. Sonuçta hem Manchester hem de Bella Union (Beach House, Explosions in the Sky, The National, Midlake gibi isimlere ev sahipliği yapan) referansıyla sunulan Money’e kayıtsız kalmak mümkün olmadı.

Money on yıldan fazla bir süredir arkadaş olan Jamie Lee, Charlie Cocksedge, Billy Byron ve Scott Beaman’den oluşmakta. Grubun solisti ve şarkı sözlerinin yazarı olan Jamie Lee, şiirden çokça etkilendiğini dile getiriyor ve yaşadıkları şehrin müziklerini şekillendiren ana unsur olduğunu belirtiyor. Yaptıkları müziğin karakteristik bir atmosferi var ve bunu kendilerinden önceki Manchester’lılardan devraldıklarını söylemek yanlış olmaz. Nasıl ki bir Joy Division parçasını duyar duymaz tanırsınız, Money’nin de kendi yarattığı atmosferle aklınıza kazınmaması mümkün değil. Baskın gitarları, hiç kesilmeyen bas sesi ve yumuşak vokaliyle Money insanı ışıklı, köpük balonlarla dolu ve kendini hafif hissedeceği bir odaya sokuyor. Jamie Lee, yazdığı şarkı sözlerinde muğlaklığı tercih ettiğini söylüyor. Bir röportajında herkesi ve her şeyi önemsediği gençlik yıllarını geride bıraktığını anlatan Jamie Lee, tek isteğinin hayatı tutkuyla yaşamak olduğunu anlatmış. Bu tutku Money’in müziğinde kendini o kadar belli ediyor ki karşınızda hayatı iyisi ve kötüsüyle kucaklamaya hazır bir grup olduğunu görüyorsunuz. Yeri geliyor ölümden ve cennetin eninde sonunda cehenneme dönüşeceğinden bahsediyorlar, yeri geliyor herkesi sevmelerine rağmen insanlardan ayrı durmanın iyiliğinden. Şarkılarında hayatı ve tanrı inancını sorguluyorlar, iyilik ve kötülükten bahsediyorlar.

Money’nin yarattığı sadece rüya gibi bir atmosfer değil, sizi de kendi arayışlarına ortak ediyorlar. Birlikte bilmediğiniz bir şehrin sokaklarında geziniyor, zaman zaman karanlık dehlizlere dalsanız da sonunda renkli ışıklar göreceğiniz bir yolculuğa çıkıyorsunuz.

Tek resmi videoları ve oyuncu Cillian Murphy’nin de ilk yönetmenlik denemesi olan Hold Me Forever ile Money’in dünyasına süzülüyoruz.

Merve Durubal

27 Ocak 2014 Pazartesi

Hopelandic 9

Bu programda 37 yıllık müzik hayatı boyunca eşsiz tarzı ve başarılı albümleriyle sayısız müzisyene ilham kaynağı olan, İzlanda‘nın müzik dünyamıza kazandırdığı en önemli isimlerden Björk‘ü ağırlayacağız.

Pagan Poetry, Hyperballad, Joga, Unravel, All Is Full of Love, Hunter gibi Björk klasiklerini yeniden yorumlayan müzisyenleri konu edineceğimiz “Hopelandic ” 9. yayını 27 Ocak Pazartesi akşamı 22.00′da.

Programın mp3 kaydını ve şarkı listesini yayından sonra  burada bulabilirsiniz.

Seray Şan

İllüstrasyon: Gizem Vural

 

25 Ocak 2014 Cumartesi

Çözülme

Her hafta farklı bir müzik akımının kendi içinde nasıl çözüldüğünü konu edineceğimiz Çözülme programının ilk yayınında Electronica’nın farklı alanlarına dokunacağız.

Trip Hop’dan Breakbeat’e, Electro-rock’tan Trip-rock’a uzanan bir yolda ilerleyecek ilk program 24 Ocak Cuma gecesi saat 23.00’de yayında olacak.

Programın mp3 kaydını ve şarkı listesini her zaman olduğu gibi yayından sonra burada bulabilirsiniz.

Yalkı Akçay

Şarkı Listesi:

EdiT – AntsMorcheeba – What New York Couples Fight AboutLamb – SweetChet Faker – Terms and ConditionsArchive – BulletsSneaker Pimps – Low Place Like HomeNetame – Let It HurtN-Closer – Ben GibiUnkle – In a StateDirty Vegas – Simple Things Part II

24 Ocak 2014 Cuma

Bir hayli aşık bir adam: Keaton Henson

Onunla tesadüfümüz henüz yeni olsa da zarif sesi ve mutluluğunda bile göze çarpan o kırılgan hüzünle “Dear” dediğinde pek çoğumuzun beklemediği kadar gerçek,  beklemediği kadar içten bir müzisyenle karşılaştığımızı anladık.

Keaton’ı klasik bir folk müzisyeninden ayıran tüm bu naifliğin içinde gözden kaçması mümkün olmayacak kadar sert uçları da taşıması. O’na içimizi bu kadar çabuk açmamızın bir diğer nedeni de kayıt şirketlerinin tanıtımlar döndürmemesi, iTunes pre-order’larıyla dinleyiciyi boğmaması ya da bir albüm dinleme umuduyla aylarca süren teaser kovalamacasının yaratılmaması olmalı. Zira Keaton Henson bunların hiçbirini planlamadı, o sadece bir doğum günü hediyesi yaratmıştı. Kayıt şirketleri ya da müzisyenler tarafından bir pazarlama stratejisi olarak yaratılan hikâyelere aşina olan dinleyiciler bu genç adamın gerçekliğini ayırt etmekte pek zorlanmadı. Sonunda henüz 24 yaşında bir adamın Londra banliyölerindeki yatak odasında dolaşıyorduk ve yatak odasını pek de terk etmeyen bir adamdı karşımızdaki; onun özel alanındaydık ve her şey bir hayli saydamdı.

Keaton Henson 1988 Londra doğumlu illüstratör, şair ve müzisyen. Babası İngiliz aktör Nicky Henson ve annesi balerin, aktris Marguerite Porter olsa da o aslında okulda en arka sıralarda oturup defterinin köşelerine çizimler yapan, okul otobüsünde kulaklıklarından yayılan gürültülü müzik ile hoşnutsuzluk yaratan, “anlaşılamayan” tuhaf bir çocuktu. Lise bittikten sonra âşık oldu, aldatıldı, ruhu sıkıştı, kalbi bir hayli kırıldı ve eve kapandı. Bildiğimiz, tanıdığımız Keaton’un hikâyesi tam da bu anda başladı diyebiliriz. Zira Keaton dillendirmese de “Mutsuzluk üreticidir.” tipi insanlardan olduğu aşikâr. Evine kapandığı dönemde yüzlerce şarkı yazıp, illüstrasyonlar yaptı, t-shirt tasarladı birkaç grup için albüm kapağı hazırladı. Bu dönemde yarattıklarını internet üzerinden satan Keaton aslında hiçbir şarkısını herhangi bir sosyal paylaşım sitesine yüklemedi. Önceleri kendisi için şarkılar yaptı ancak onu bir müzisyen olarak tanımamızı sağlayan en yakın arkadaşı Sophie’nin doğum günü için bestelediği şarkılar oldu. Yatak odasında tek başına kaydettiği şarkılar Sophie’nin doğum günü partisinde mi çaldı bilinmiyor, bu şarkıları kimin paylaştığı da bilinmiyor. Bildiğimiz, müziği yayıldıkça birkaç şarkısını paylaşmaya karar veriyor ve Dear…’ı oluşturmaya başlıyor. 2010 yılının sonlarında ilk albümü Dear…‘ı tamamen el yapımı ve sınırlı sayıda olmak üzere satışa sunan Henson; hiçbir çaba sarf etmeksizin 4000’in üzerinde kopya sattı, “You Don’t Know How Lucky You Are” şarkısına yine kendi kendine çektiği video ise 55.000’in üzerinde görüntülendi.

Dear…  belki de yan dairede yaşayan sıradan, genç bir aşığın şefkatini, kırgınlığını, acısını, öfke ve acımasızlığını tüm yalınlığıyla aktaran bir albüm. Keaton’ın bu şarkıları hiçbir zaman yayımlamayacağını düşünmesi albümün içtenliğinin sorgulanmayacak kadar güçlü olmasını doğurmuş. Albümü dinlerken yazılmış ama asla sahibini bulamayacak binlerce mektubun sahiplerine postalanması gibi buruk bir tebessümle karşılaşıyoruz.

Dear…’ın bir anda duyulması BBC Radio 1’de “Bu çok çok uzun zamandır duyduğum müziğin en özel parçalarından biri.” diyerek Zane Lowe’ın You Don’t Know How Lucky You Are’ı dinleyicileri buluşturmasıyla oldu. Zane Lowe bu şarkıyı paylaşmamış olsaydı da her ayrıntısı planlanmış konsept albümlerin arasından sıyrılacak bir albümdü Dear… Ve Keaton Henson samimiyeti ile dinleyicilerini er ya da geç bulacaktı.

Dinleyicileri henüz Dear… gibi bir albümü bulmanın şaşkınlığı içindeyken sevgili müzisyenimiz bir daha âşık oldu ve ikinci albümü Birthdays’i bir yıldan kısa süre içinde tamamladı. 2013’ün en iyi albümlerinden birini yaratan Henson’ın bu defa kalbini kıran kadın tanıdığımız bir isim. Yine melankolik ancak Keaton’ın aksine biraz daha saldırgan olan bir Fransız müzisyen, aktris Stéphanie Sokolinski nam-ı diğer SOKO.

İlk albümünde ziyaretçilerini kapı eşiğinde karşılayan Keaton, Birthdays ile evinin derinliklerine doğru bir yolculuğa çıkarıyor. Daha acımasız, daha kederli ve daha yalnız bir dünyaya sürükleyen Birthdays bu ayrılığın tek ürünü değil elbette.

“Cause I found her, but now she is gone”, “Sweetheart, what have you done to us? I turned my back and you turned to dust”, “If you must die, sweetheart. Die knowing your life was my life’s best part” ve “You don’t have to call me yours, my love. Damn it, I’m calling you mine” gibi sözlerin ardından daha fazla sessiz kalamayan Soko, Keaton’ın aksine içini bir bloga döktü. Önce yazdığı mektupla (Letter to Keaton Henson) veda eden müzisyen daha sonra “Keaton’s Song” adlı bir şarkı besteledi ve “You wonder why I hit myself. I’m trying to kill the worst of me to be the best for you.” diyerek bir başka ruh dağlayıcı şarkıyı kucağımıza bıraktı. 2012’den bu yana Keaton’ın neredeyse her yeni videosunda içinin acıdığını ifade eden Soko’nun aksine ayrılığın diğer cephesinde sessizlik hâkim.

Henson bu yönüyle 2010’da karşılaştığımız o adamın gerçekliğinden emin olmamızı sağlamış ve belki de yıllarca sarılacağımız, döndüre döndüre dinleyeceğimiz 10 (+3 bonus ) şarkılık bir albüm yaratmış olsa da bu hikâyenin müzik dünyasındaki bir başka umutsuz aşk vakasına dönüşmesi, magazin haberleri ile tüketilmesi iki müzisyen için de bir hayli yorucu olsa gerek.

Çocukluğundan kalma panik atakları, utangaç ve sessiz hali, şiirleri, çizimleri ve nereniz acıyorsa oradan yakalayan şarkılarıyla büyüleyici, zarif bir çizgide ilerleyen Keaton Henson yetenekleriyle gelecekte de dinleyicilerini bir hayli kendine bağlayacak gibi görünmekte. Ya da bazılarımızı çoktan manyetik alanına doğru çekti.

Henüz 25 yaşında, illüstratör, şair, müzisyen ya da sadece âşık bir adam, bir hayli âşık…

Seray Şan

23 Ocak 2014 Perşembe

Kara Kutu 6

Hem ana akım, hem de ana akım dışında kalan yerli müzisyen ve grupları ağırladığımız Kara Kutu, altıncı programı ile 22 Ocak Çarşamba günü 22.15′da.

Yayın sonrasında şarkı listesini ve soundcloud kaydını burada bulabilirsiniz.

Serhat Sayıcı

Şarkı Listesi:1. Bulutsuzluk Özlemi – Evrenden Geçerken2. Atlas – Tabanca3. Fuji Kureta – Accident4. Değer Deniz – Kapılamam5. Post – Woman or Joint6. Wax Poetic – No Escape (feat.Sissy Clemens)7. Gökhan Dabak – Demli Şarkı8. Bubituzak – Buram Buram9. Vera – Hain10. Malt – Olmaz11. Ete Kurttekin – Benden Adam Olmaz12. Yüzyüzeyken Konuşuruz – Ateş Edecek Misin?13. İhtiyaç Molası – Ay14. Marta – Cennetlikler15. Erdem Tekeli – Tekrarlar Hayat

22 Ocak 2014 Çarşamba

Kıyı Müzik İllüstratör arıyor

Kıyı Müzik’in günlük yayın akışında içeriğe destek sağlayabilecek illüstratör/çizer arıyoruz.

Çalışmalarınız ile editor@kiyimuzik.com adresine başvurularınızı iletebilirsiniz.

 

21 Ocak 2014 Salı

Damon Albarn Yeni Solo Albümünden İlk Video Klibi Yayımladı

Damon Albarn, Nisan 28’de yayımlanacağını açıkladığı ikinci solo albümden ilk videoyu yayımladı. 2011 yılından itibaren çalışmaları devam eden albümden yayımlanan ilk şarkı aynı adlı Everyday Robots oldu. Şarkıya çekilen video klip Aitor Throup’un yönetmenliğinde ve Giorgio Gremigni’nin editörlüğünde kotarılmış.

Everyday Robots, ilk bakışta Albarn’ın prodüktörlüğünü yaptığı Bobby Womack’in son albümü “Bravest Man In The Universe” izlerini taşıyor. Ayrıca Gorillaz’ın daha puslu şarkılarının atmosferini de barındıran parça Albarn’ın daha çok son dönemde yaptığı işlere yakın duruyor ve albümün de yine bu rotada seyredeceği izlemini oluşturmakta.

Yalkı Akçay

18 Ocak 2014 Cumartesi

İstanbul’da yeni bir ses yankılanıyor: Golden Horn

Müziğinde ağırlıklı olarak akustik öğelere yer veren ve sitesinde bahsettiği gibi “beyni dans ettirebilecek partisyonlar” yaratmayı çabalayan İstanbul orijinli genç bir müzisyenin solo projesi olarak ortaya çıkan Golden Horn, bunu ilk EP’si Utter Reality ile başarmış gibi görünüyor. Noisest etiketi ile iTunes üzerinden satışa çıkan EP’nin prodüktörlüğünü ise Post, Melis Danişmend, Malt, Arşmahal gibi isimlerle çalışan Çağan Tunalı yapmış.

Go Back, Arpeggio ve Hopeful Screaming  olmak üzere üç şarkıdan oluşan EP yaklaşık 13 dakika boyunca akustik müziğin ne kadar dolu olabileceğini göstermekte. Enstrümanların oldukça maharetli bir biçimde kullanılmasının yanı sıra, bestelerin farklılığı ve vokalin oldukça tok ama melankolik ilerleyişi de bu hissiyatı pekiştiriyor.

Şu sıra İngiltere ve İskoçya’da performanslar sergileyen Golden Horn, Soundcloud üzerinden de dinleyebileceğiniz EP ile son dönemde Türkiye’den çıkan en iyi işlerden birine imza atmış durumda. Utter Reality ile ilgili söylenebilecek tek kötü şey şimdilik 3 şarkı ile yetinmek zorunda olmamız.

Yalkı Akçay

 

 

17 Ocak 2014 Cuma

Albüm Dinletisi: Noiserv – Almost Visible Orchestra (2013)

Bu hafta Portekizli tek kişilik dev bir orkestra olan Noiserv’ün 2013 yılında çıkardığı ikinci albümü Almost Visible Orchestra’yı dinleyeceğiz.

Santos etkilendiği isimler arasında Radiohead, Jeff Buckley ve Elliot Smith’i sayıyor, bu durum onun duygu durumunu oldukça iyi anlatıyor ve müziğinin nasıl olacağına dair bir bilgi veriyor.

Yann Tiersen’in Portekiz şubesi olan Noiserv’ün albümüne kulak verin, gününüzü kurtaracaktır

16 Ocak 2014 Perşembe

Warpaint Saklandığınız Dehlizlerden Çıkaracak

Amerikalı indie rock/dream pop topluluğu Warpaint, kendi isimlerini taşıyan ikinci albümlerini NPR üzerinden dinleyiciye sundu.

17 Ocak tarihinde piyasaya sürülecek olan albümden yayımlanan ilk single ise Love Is To Die olarak seçilmişti. 2013 Ekim’de piyasaya sürülen single ile oldukça iyi eleştiriler toplayan grup, bağlı olduğu plak şirketi Rough Trade Records’un pazarlama stratejisiyle de albüm hakkında beklentilerin yükselmesini sağladı. Albümün prodüktörü Flood ise indie piyasasının oldukça aranan isimlerinden. Şimdiye kadar prodüktörlük/mixing koltuğunda oturduğu bir kaç albüme örnek vermek gerekirse; NIN – The Downword Spiral, U2 – Achtung Baby, PJ Harvey – Let England Shake, Foals – Holy Fire, Sigur Rós – Með suð í eyrum við spilum endalaust albümlerini sayabiliriz.

Albüm intro dahil 12 parçadan oluşmakta. Bazı albümlerde intro, albümün genel havası ile ilgili hiçbir ipucu vermeyebilir ama Warpaint’te bu durum tersi şeklinde işliyor ve intro ile ortalama 51 dakika sürecek sisli, sessiz bir döngüye ilk adımı atıyorsunuz. Fakat bu adımın sizi hangi dehlizlere sürükleyeceğinin farkına vardığınızda  iş işten geçmiş bulunuyor ve Warpaint’in saykodelik yapısının güçlü yanlarına teslim oluyorsunuz. Sadece Disco//Very adlı parçada biraz hareketlenen albüm genel olarak minimal bir havaya sahip. Albümdeki minimal çizginin oldukça depresif bir atmosfer yarattığı hemen hissediliyor. Ama bu durumun kolay dinlenebilir bir albüm yarattığı da aşikar. Love Is To Die ile birlikte albümde arka arkaya sıralanmış Hi ve Biggy biraz daha ön plana çıkan şarkılar. Hi’ı dinlerken biraz Portishead, Biggy ‘i dinlerken ise Depeche Mode tadı yakalamanız mümkün. Feeling Right ve Go In adlı parçalar da ise Radiohead ile 1994’den beri çalışan ve şu an Atoms For Peace’in parçalarından birisi olan Nigel Godrich’in etkisini hissedebiliyorsunuz. Godrich, albümde yardımcı prodüktör görevini üstlenerek albümün tamamında etkisini hemen hissedebileceğiniz küçük dokunuşlar yapmış.

Warpaint aslında tek kroşeyle  nakavt edecek sertlikte bir albüm değil. Dinleyicinin gizlediği ve kimsenin görmesini istemediğini zayıf yönlerini keşfeden, sonrasında bu  yaraları ustalıkla kaşıyan bir albüm. Bu açıdan Warpaint ya çok seveceğiniz, uzun sure müzik çalarınızdan çıkaramayacağınız ya da nefret edeceğiniz bir albüm yapmış diyebiliriz. Grubun yetenekleri ve çalıştığı isimlerin kalitesiyle oldukça ince bir çizgide gezinen kayıt en azından baştan aşağı bir kaç kere döndürülmeyi hak ediyor.

Yalkı Akçay

15 Ocak 2014 Çarşamba

James Vincent McMorrow’un muhteşem dönüşümü: Post Tropical

2014 albümleri tüm hızıyla kucağımıza düşerken içlerinden biri ellerimizden tutup saf falsetto vokalli ya da onun deyimiyle piyanoda kuş seslerini duyabileceğimiz bir rüyanın içine çekti; İrlandalı söz yazarı ve müzisyen James Vincent McMorrow ikinci albümü Post Tropical’i yayımladı.

McMorrow ilk albümü Early in the Morning’in üzerinden 4 yıl geçtikten sonra ikinci stüdyo albümünü 10 Ocak’da yayımladı. If I Had a Boat, Follow You Down to the Red Oak Tree, And If My Heart Should Somehow Stop, Sparrow and the Wolf gibi birbirinden başarılı melankolik folk şarkılarına imza atan ve Steve Winwood’un Higher Love’ına yaptığı cover ile de yeteneğini perçinleyen yetenekli müzisyenin bir sonraki adımını merakla bekliyorduk; folk müziğin tatlı sularında dolaştığı kayığını çok katmanlı, orkestral R&B, dreamy pop ve elektronik müziği harmanladığı bir kıyıya doğru kırmış olduğunu gördük.

İlk albümün ardından radikal bir kararla tarzını değiştiren müzisyenler oldukça fazla. McMorrow da klasik folk öğelerini bir kenara bırakarak How to Dress Well, Keaton Henson, James Blake ve Bon Iver gibi çağdaşı olan isimler arasında yerini aldı. Albümün açılış şarkısı Cavalier’ı dinlediğimizde dört yıllık yolculuğun pürüzsüz bir biçimde tamamladığını görüyoruz.  Dinleyicilerine hem gözlerini kırpmadan bu James Vincent McMorrow diyebilecekleri hem de tamamen yeni bir müzik sunan müzisyen, albümü 2013 yılı içerisinde Meksika sınırındaki küçük bir çöl kasabası olan Torneo’da (Müzisyene göre albümü kaydetmek için bulunabilecek en gerçeküstü yer.)  kaydetmiş. İzole bir pekan çiftlik evinde kurulan stüdyoda yaratılan ve 10 şarkıdan oluşan Post Tropical’i yazan, besteleyen, seslendiren McMorrow albümün prodüktörlüğünü de kimseye bırakmamış. Müziğini farklı bir noktaya taşıma ve bir albümü tek başına oluşturma süreci ertesinde daha kendinden emin bir müzisyene dönüşmüş. Bu değişimin nedenini ise şöyle açıklamakta:

“İlk albümümden çok gurur duyuyorum ama asla ‘bir adam ve gitarı’ olmak istemedim. Canlı performanslarda şarkıları elinden geldiği kadar iyi bir biçimde söylerken bir anda bir folk müzisyeni oluyorsun. Ancak yeni albümün yapısı tamamen farklı. Bu albüm benim için mantıklı gelen bir albüm oldu.”

Albümün ilk şarkısı Cavalier, soul izleri taşıyan piyano ile dingin bir biçimde açılsa da çok geçmeden yumuşak el çırpışları ve davul vuruşlarının devreye girdiği perküsyon ve McMorrow’un kırılarak yükselen enfes falsetto vokali ile ördüğü bir şarkıya dönüşüyor. Şarkı bittiğinde albümün geri kalanında da karşılaşacağımız o çok katmanlı rüyanın ilk basamağını çıkmış bulunuyoruz. 50 mandolin kullanarak oluşturduğu illüzyonla su ışıltısını kulaklara taşıyarak başlayan The Lakes, dinleyiciye bambaşka bir serüven yaşatıyor ve fısıltının yer ninniye dönüştüğü vokalle İrlanda’nın sonsuz yeşillerindeki bir göl kıyısında açtırıyor gözlerini. Kadife vokali ile “I will not cave under you. For my heart is an unending tomb. I will not trouble your rest. For my heart is infinity blessed” diyerek açtığı Red Dust ise naif hüznü romantizmle birleştiren çağdaşları arasında birkaç basamağı birden atlatan neredeyse kristal bir ballad. Gold, Active Child vari arp tınılarıyla bezenmiş bir atmosfer sunarken All Points albümün en akıcı/hızlı ritmine ulaştığı kırılma noktasını oluşturmakta. All Points ile tırmandığımız büyülü rüya dağlarını terk edip Look Out, Repeating, Post Tropical, Glacier ve Outside, Digging ile yine büyüleyici ve sonsuz bir denize uzanıyoruz.

James Vincent McMorrow’daki değişiminin en çok hissedildiği nokta şüphesiz ki kıvrılan, çatlayan, fısıldayan ve zaman zaman bir kilisede yankılanan ilahileri andıran gerçek-rüya arasındaki sınırları bulanıklaştırdığı vokali. Müzisyenin yola çıktığı akustik gitardan uzaklaşarak arp, mandolin, orkestral synthler, hipnotik el çırpışları, ziller, naif piyano akorlarıyla yarattığı enfes epik-elektronik örgülü bir dünya olan Post Tropical 2014’ün ilk ışıklarında yayımlanmış olsa da şimdiden yılın en iyi albümleri arasında olacağını kanıtladı.

Mart ayında başlayacak bir turne programı da açıklayan yetenekli müzisyen, Coachella Festivali‘nde de sahne alacak. Görünen o ki 2014 McMorrow’a en az sesi kadar büyülü bir yolculuk vaat etmekte.

Seray Şan

14 Ocak 2014 Salı

Alt-J’den Ayrılık Haberi

Çıkış albümleri An Awesome Wave ile 2012 Mercury Ödülü’nün sahibi olan Alt-J cephesinden bir ayrılık haberi geldi. Gitarist Gwil Sainsbury’nin  ‘kişisel nedenlerle’ gruptan ayrıldığı, topluluğun resmi twitter hesabından duyuruldu. Gönderilen mesajda, grubun tamamen Sainsbury’yi desteklediği ve hala en iyi arkadaşları olduğu da belirtilmiş.

Grubun bağlı bulunduğu plak şirketi Infectious’un yaptığı açıklamada ise grubun yine de yeni albüm için heyecanlı olduğu ve yakında stüdyoya gireceklerine yer verilmiş.

Alt-J son olarak Summer isimli bir remix EP’si yayımlamıştı. Mumford & Sons’dan Ben Lovett, Dave Sitek gibi isimlerin Tessellate, Fitzpleasure, Dissolve Me ve Ms şarkılarını remixlediği EP 25 Kasım’da piyasaya sürülmüştü.

Yalkı Akçay

9 Ocak 2014 Perşembe

RÁJ Büyüsü Devam Ediyor

Amerikalı müzisyen ve söz yazarı RÁJ, 2013’de yayınladığı ilk single Ghost’un ardından yeni bir şarkı daha yayınladı.  RÁJ kendisini geri planda tutarak hikayesini müziğiyle anlatmayı tercih eden müzisyenlerden, bu nedenle hakkında sahip olduğumuz bilgiler oldukça kısıtlı.

Bir sanatçının müzik dünyasına ilk adımı attığı yapıtı dinlemek her zaman heyecan verici olsa da sonuçlardan biri de elbette hayal kırıklığı.  Ancak RÁJ, Ghost ile dünyamıza girdiğinde yapabildiğimiz tek şey manyetik alanına kapılmak oldu. Kıyı Müzik’in 2013’ü en iyi şarkıları seçkisinde de yer verdiğimiz Ghost karanlık pop’un en büyüleyici yapıtları arasında çoktan yerini aldı. Böyle hipnotik bir şarkıdan sonra ne yapacağını merakla beklediğimiz müzisyen dün Soundcloud üzerinden yayınladığı Will You Love Me When I Die ile yarattığı kederli fırtınanın bir süre daha dinmeyeceğini müjdeledi.

Will You Love Me When I Die, kapıldığımız ilk  hüzün ve büyü dalgasını bir parça yukarıya taşıyor. Kaydın demo hali ise Ghost’un agresif ve melankolik havasını naifliği ile kırarak dinleyicinin gardını tamamen indirmesini sağlamış. Twitter hesabından “ Amacım aşık olduğum şarkılar yapmak.”  yazan RÁJ dinleyicilerini de bu aşka sürükleyecek gibi görünüyor.

Yalkı Akçay

7 Ocak 2014 Salı

Kaybolmaya Hazır Olun, Mark Lanegan’ın Yeni Albümü Geliyor!

Şairane sözler, iyi ki başkası söylememiş dedirten yorum ve vokalin yarattığı atmosfer, 48 yaşındaki müzisyenin öne çıkan özellikleri arasında. Aslında Lanegan için bu özelliklerine başka bir tane daha ekledi diyebiliriz; çalışkan.

Mark Lanegan, artık bitmiş olan Screaming Tree’s grubunu 2000 yılında dağıttıktan sonra piyasanın en çok aranan ve sayısız isimle işbirliği yapan müzisyenlerinden biri haline geldi. Mark Lanegan’ın bu dönüşümü ile ilgili Queens Of The Stoneage işbirliği, The Desert Session oluşumu, Isobell Campbell ile birlikte çıkardığı iki albüm, WhoMadeWho ile yapılan karşılıklı coverlar, Moby, Martina Topley gibi isimlerle yapılan düetler gibi pek çok örnek verilebilir.

Sadece bu sene, Duke Garwood ile ortak çalışmaları olan Black Pudding albümü ve bir cover albümü olan Imitations’ı yayımlayan Lanegan, 1989-2011 yılları arasındaki solo çalışmalarından derlediği toplama albümü 14 Ocak tarihinde yayımlayacak. Light in the Attic etiketiyle satışa sunulacak albümün adı ise Has God Seen My Shadow? An Anthology 1989-2011.

Albüm 32 şarkıdan müteakip fakat bunlardan 12 adedi daha önce hiç yayımlanmamış. Lanegan’ın bu albümdeki destekçileri ise Josh Homme (Queens of the Stone Age), J. Macsis (Dinosaur Jr.) ve PJ Harvey.

Tom Waits gibi burbon ve tütün ile yoğrulmuş sesleri seviyor ama hala biraz daha blues, rock duymam lazım diyorsanız ve henüz Mark Lanegan ile tanışmadıysanız, sizi agresif ama bir o kadar şairane Lanegan labirentine alalım. Kısaca açıklarsak, çıkış yolunu bulamayacağınız ama kayboldukça kendinizi daha iyi hissedeceğiniz bir yer.

Şarkı Listesi

CD 11. Bombed2. One Hundred Days3. Come To Me4. Mirrored5. Pill Hill Serenade6. One Way Street7. Kimiko’s Dream House8. Low9. Resurrection Song10. Shiloh Town11. Creeping Coastline Of Lights12. Lexington Slow Down13. Last One In The World14. Wheels15. Mockingbirds16. Wild Flowers17. Sunrise18. Carnival19. Pendulum20. The River Rise

CD 2 (Yayımlanmamış Parçalar)

1. Dream Lullabye2. Leaving New River Blues3. Sympathy4. To Valencia Courthouse5. A Song While Waiting6. Blues For D7. No Contestar8. Big White Cloud9. Following The Rain10. Grey Goes Black11. Halcyon Daze12. Blues Run The Game

Yalkı Akçay

 

 

 

 

 

 

 

6 Ocak 2014 Pazartesi

Kulaktan kulağa yayın, Nekropsi geri döndü!

İstanbul sahnelerinin özlenen nev-i şahsına münhasır gruplarından Nekropsi son albümü Aylık’ı tamamladı.

89’da Necropsy adıyla kurulan grup başlangıçta trash metal icra etse de daha sonra Nekropsi adını alarak experimental progresssive’e yöneldiler.  İlk albümleri Mi Kubbesi’ni 1996’da çıkaran grup daha sonra Sayı 2:10 Yılda Bir Çıkar’ı 2007’de ve üçüncü albümü Nekropsi 1998’i 2010 yılında yayımladı. Nadiren performans veren  topluluk bu performanslarla da dinleyicilerini kendilerine bağlamakta oldukça usta.

1996’da çıkardıkları 16 şarkılık Mi Kubbesi albümü ile Türk deneysel müzik tarihinin en önemli işlerinden birine imza attılar. Grubun bu albümle yarattığı etki hala hafızalardan silinmemiştir. Uzun sessizlikleri ve nadir performansları ile dinleyicilerini sabır konusunda bir hayli eğittikten sonra dördüncü albüm Aylık’ı her ay bir şarkı üreterek 2013 sonunda tamamladılar. Aylık, grup üyelerinin evlerinde kaydettiği ve mail yoluyla oluşturulan 11 şarkılık bir albüm. Her şarkıyı bitirir bitirmez siteleri üzerinden “sıcak servis” eden Nekropsi konser kayıtları, stüdyo doğaçlamaları ile oldukça samimi ve bir o kadar da zor bir süreci tamamladı. Her şarkıyı bir ay içinde üretme sınırı grubun alışkın olmadığı bir deneyim yaşamasına fırsat sunsa da aslında bu oldukça riskli bir üretim şekli. Albümü dinlerken bu riskten etkilenmediklerini ve süreci grubun çok iyi müzisyenlerden oluşması sayesinde tamamladıklarını hissettik.

Albüm kapağı seçimlerinde daha önce de oldukça başarılı işler çıkarmış olan Nekropsi, Aylık’ın kapaklarında da yine şarkılarla bütünleşen seçimler yapmış. Tüm şarkılara hem siteleri hem de Bandcamp üzerinden ulaşabilirsiniz.

Seray Şan

2 Ocak 2014 Perşembe

Kara Kutu 3

Hem ana akım, hem de ana akım dışında kalan yerli müzisyen ve grupları ağırladığımız Kara Kutu, ikinci programı ile 01 Ocak Çarşamba günü 22.00′da.

Yayın sonrasında şarkı listesini ve soundcloud kaydını burada bulabilirsiniz.

Serhat Sayıcı

Şarkı Listesi:1- Kurban – Yobaz2- Bulutsuzluk Özlemi – Özgürlük Emek İster3- Mor ve Ötesi – Oyunbozan4- Can Güngör – Silik Düşler5- Sen Yağmur Dök – Ayrılıklar6- Halimden Konan Anlar – Kendime Çaylar7- Toro – Ardına Bakmadan8- Eskiz – Sürüngen9- Meksika’ya Sevgilerle – Yeter10- Melis Danişmend – Büyük Kaçış11- Rehber – İpucu12- Seni Görmem İmkansız – Çürük Oda13- Asfalt Dünya – Zaman14- Peygamber Vitesi – Yuvarlanan Taş15- Turgut Berkes – Miranda

1 Ocak 2014 Çarşamba

2013 Seçkisi 2

2013  içinde yayımlanan ve yıl boyunca yayın akışında sıkça yer verdiğimiz albümleri “2013 Seçkisi” ile bir araya getirdik. İlki 24 Aralık’da yayımlanan seçkinin ikinci kısmıyla 31 Aralık Salı, 22.oo’da.

Programın mp3 kaydını ve şarkı listesini yayından sonra  burada bulabilirsiniz.