30 Nisan 2016 Cumartesi

Suuns – Hold/Still

Hazırlayan: Aslı Dernek

Kanadalı deneysel indie rock grubu Suuns, 3. stüdyo albümleri Hold/Still‘i 15 Nisan 2016 tarihinde görücüye çıkardı.

Hold/Still gizemli; bilmece gibi bir albüm. Ürkütücü bir şekilde güzel bir taraftan da. Albümü dinlerken özenle seçilmiş zıt melodilerin bir araya getirildiği ve bilişsel bir ahenksizlik yaratıldığı hissiyatına kapılıyorsunuz. Albüm bu özelliği ile ilk dinleyişte tüm sırlarını açmıyor; birden çok kez dinlediğinizde kendinizi yakın ve içinde buluyorsunuz.

Albümdeki 11 şarkı aynı anda hem saykodelik hem sert; duygu yüklü ama bir taraftan da soğuk; organik ama kimi yerlerde oldukça elektronik; deliliğin kıyısında seyrediyormuş gibi gergin fakat bir o kadar da kontrolü bırakmayan; dengeyi sürdürmeye çalışan parçalar olmuş. Davulcu Liam O’Neill bu zıtlıklarla ilgili “Bu albümün dinleyici olarak size direnen bir yapısı var; sebebinin albümdeki karşıt güçlerin sürekliliği olduğunu düşünüyorum” yorumunu yapmış. “Örneğin Brainwash’ı dinlediğinizde oldukça yumuşak ve şiirsel bir gitar şarkısı olmasının yanında, aralıklarla duyduğunuz davul desenlerinin şarkıyı had safhada agresif yaptığını da hissedebiliyorsunuz. İki farklı dünyayı da aynı anda yaşıyorsunuz.” diyerek devam etmiş.

Açılış şarkısı “Fall” keskin/acı gitar sesleri ile başlıyor ve bozulmuş hoparlörden duyuyormuşuz hissi veren dramatik vokaller ile devam ediyor. Sonrasında gelen “Instrument” yeknesak bir vurgu üzerine inşa edilmiş; alttan gelen zayıf gitar yankılanmasını yine “vurgulanarak” söylenen sözcükler destekliyor. 7 dakikalık “Careful” ise agresif gitar tınılarını derin, dalgalı synthler ile gizleyerek giderek artan huzursuz bir atmosfer yaratması ile benim favorim oldu.

Suuns‘un Hold/Still‘i için bir “kutuplaşma” albümü diyebiliriz. Albümün tekinsizliği ve tahmin edilemezliği bence çok ilgi çekici olmuş. Karanlık işleri seviyorsanız kaçırmayın!

28 Nisan 2016 Perşembe

Takıntı 55

Hazırlayan: Uğur Yılmaz

Takıntı, yayınlandığı dönem içerisinde takılıp kalınan, hastalık derecesinde dinlenen, çeşitli tarzlara sahip 5 şarkıyı kapsıyor.

Pixx – DeploreAlt-J – TaroSunflower Bean – Easier SaidDaughter – Howiamamiwhoami – Hunting Pearls

26 Nisan 2016 Salı

Gece 11

Geceye dair bir şeyler söylemek adına hazırladığımız programın 11. yayınını aşağıda bulabilirsiniz.

Dan Mangan + Blacksmith – New SkiesFrank – All BrokenStina Nordenstam – Mary BellFloating Action – Hold Your Fire feat. Angel OlsenThe Mountain Goats – Hair Match

21 Nisan 2016 Perşembe

Sansar Salvo’dan Hip Hop Miks 1

Yerli Rap müzik piyasasında önemli bir yeri olan Sansar Salvo‘dan bize özel miksi aşağıda bulabilirsiniz.

16 Nisan 2016 Cumartesi

PJ Harvey – The Hope Six Demolition Project

Hazırlayan: Aslı Dernek

PJ Harvey‘nin 9. albümü The Hope Six Demolition Project (15 Nisan 2016) geçen sene akıllara kazınacak bir şekilde, Somerset House enstalasyonunun bir parçası olarak kaydedilmeye başlandı. Yani PJ Harvey ve grubu Londra’nın Somerset House‘unun bodrumunda bir camın arkasında seyircilerin gözleri önünde albüm çalışmalarına başladılar.

Polly Jean Harvey‘nin gazetecileri bıktıracak şekilde çoğu röportajında şeffaf olmadığı; şarkı sözleri ile ne demek istediğini açıklamayı reddettiği ve özel hayatı hakkında çoğu zaman konuşmak istemediği düşünüldüğünde yaratıcılık prosesi hiçbir zaman bu albümdeki kadar transparan olmamıştı.

“Halka açık” kayıt aşaması, geçtiğimiz Ekim’de hazır şarkıların şiirler eşliğinde canlı olarak dinleyicilere çalınması – şiirler The Hollow of the Hand kitabında toplanmış – ve albümün formunu oluşturan Afganistan, Kosova, Washington DC ziyaretlerinde Seamus Murphy tarafından çekilen fotoğrafların görücüye çıkması ile Harvey’nin alışkın olmadığımız bir şekilde dinleyiciyle kuvvetli bir ön iletişim kurmaya çalıştığına şahit oluyoruz. Harvey’nin projeyi açıkladıktan sonra hiçbir röportaj vermediği düşünüldüğünde; sanatçının dinleyicilerine şimdilik sadece müziği ile dokunmak istediğini söyleyebiliriz.

Yeni albüm Harvey‘nin 2011 yılında çıkan Mercury Prize ödüllü, geçmişten günümüze savaş olgusu ve bunun insanlık üzerindeki etkilerinden bahseden Let England Shake albümünün devamı olarak yorumlanabilir; fakat sanatçının bu sefer Amerika odaklı olduğunu söylemekte fayda var.

Açılış parçası olan “The Community of Hope” un ismi Washington DC’deki bir hayır kuruluşundan geliyor. Şarkı kesik gitar soundlarıyla ve sözleriyle oldukça kasvetli. Parçadaki bazı sözler nedeniyle Harvey, DC’de yaşayan halktan tepki toplamış. Şarkıda geçen “bağımlı zombi” göndermesi ve bölgedeki okul için söylenmiş “b.k çukuru” tanımlaması ile Harvey lokal insanların öfkeli eleştirilerine maruz kalmış.

“The Ministry of Defence” kuvvetli ve gürültülü gitarın eşlik ettiği; gözümüzün önünde – hiç de yabancı olmadığımız – savaş sonrası şehir resmini canlandıran bir şarkı.

“The Orange Monkey” benim albümdeki favorilerim arasında. Albümün temasını oluşturan gömülü tarih ve yolculuk ekseninde Harvey’nin kendi içsel seyahatını da anlatıyor bize.

Kapanış şarkısı “Dollar Dollar” ise Harvey’nin içinde olduğu araba kırmızı ışıkta durduğunda para istemek için arabaya yaklaşan dilenci bir çocukla ilgili. Yeşil ışık yandığında çocuğu yoksulluğu ve çaresizliği ile bırakarak uzaklaşma ve bunun getirdiği suçlulukla yüzleşme hissiyatı Harvey’nin vokalleriyle oldukça gerçekçi olarak dinleyiciye aktarılıyor.

The Hope Six Demolition Project‘in 11 şarkısında da sarsıcı bir melankoli var. Harvey’nin kuvvetli ve aynı zamanda yalın hikaye anlatıcılığı agresif müzikal altyapı ile birleştiğinde dikkat çekmek istediği trajedileri olduğu gibi yansıtmış ve bizi de ortaya çıkan rahatsız edici gerçeklerle yüzleşmeye zorlamış. Bu açıdan albümün “mutlu” bir albüm olduğunu söyleyemeyeceğim; karanlık bir hikaye ile karşı karşıyayız.

Albümleri kadar canlı performansları ile de çok konuşulan PJ Harvey, 8 Haziran‘da Zorlu Performans Sanatları Merkezi‘nde bir konser vermek üzere Türkiye’de olacak. Yeni albümden parçaların da çalınacağı bu konseri kaçırmamanızı tavsiye ediyoruz.

14 Nisan 2016 Perşembe

Haberler

Hazırlayan: Deniz ErdenD.A.R.K. , The Cranberries’in solisti Dolores O’Riordan ile The Smiths’in basçısı olarak tanıdığımız Andy Rourke’nin, Olé Koretsky ile kurduğu bir grup. Bu bağlamda ortaya güzel bir alternatif rock çıkıyor diyebiliriz. 10 parçalık yeni bir uzun çalar çıkarmak üzereyken de yeni bir tekliyle albüm hakkında fikir oluşturmamızı sağlıyorlar. Science Agrees adlı uzun çaların açılışını yapan Curvy, kremasız kahve gibi. Sade.

Minor Victories, kendi ismiyle 7 Haziran’da yayımlayacağı uzun çalarından Folk Arp adlı teklisiyle kapımızı çaldı. Siyah beyaz klipleriyle benimsenen grup, Pizza Milano’da çalışan muhtemel Türk olan abilerimizin bir gününü konu almış. Gitar melodileri ve yaylıların yarattığı atmosferde gelip giden anımsamalarınızla dolu bir 6 dakika sizleri bekliyor.

Geçtiğimiz yaz Babylon Soundgarden ’da dinlediğimiz, enerjik ve samimi halleriyle gönülleri fethetmiş olan İsveçli grup GOAT, yeni enstrumanları ve materyalleriyle farklı olanı üretmeye devam ediyor. I Sing In Silence ile baharı karşılarken, The Snake of Addis Abab için 27 Mayıs’ı beklememiz gerekiyor.

Suuns, yeni uzun çaları Hold Still ‘in raflarda yerini almasına günler kala yayımladığı teklisi Brainwash ile başarısına başarı katmaya devam ediyor. Buradaki linkten indireceğiniz uygulama ile bilgisayar oyunu formatında ilerleyen klibi, 360 derecelik açıyla izleyebiliyorsunuz.

Bob Dylan 20 Mayıs’ta 37. stüdyo albümü Falling Angel’ı yayımlamaya hazırlanırken albümden, 1939 tarihinde Frank Sinatra’nın ilk kaydını yapmış olduğu parça olan Melancholy Mood yorumunu paylaştı. Albümde ise toplamda 12 parça hayranlarını beklemekte.

PJ Harvey severler için bu hafta yeni bir tekli geldi.

Gelecek hafta yayımlanacak olan The Hope Six Demolition Project, PJ Harvey’nin İrlandalı yönetmen Seamus Murphy ile yaptığı Kosova, Afganistan ve Washington D.C seyahetlerinde yazdığı bir şiir kitabından esinlenmesinin ürünü. The Orange Monkey ise, uzun çaları marş niteliği ile temsil ediyor.

12 Nisan 2016 Salı

XJAZZ Festivali

Hazırlayan: Deniz Erden

Nisan ayında İstanbul ve Ankara’da gerçekleşecek Berlin çıkışlı taze bir festival var. Üstelik içinde Caz’ın elektronik, çağdaş, neo-klasik hali, yani yeni olana dair her şey var.

XJAZZ Festival’i iki kültür arasındaki fikir alışverişlerinin başlangıcını temsil etmek üzere 2014’te Berlin’de başladı. Geçtiğimiz Aralık ayında Kabak & Lin Records tarafından Goethe-Institut Istanbul desteğiyle Istanbul ayağı gerçekleştirildi ve büyük ilgiyle karşılanan Festival’e Not Under Command tarafından Goethe-Institut Ankara desteğiyle Ankara da eklendi.

Bu kapsamda, 12-17 Nisan tarihlerinde iki büyük şehirde belirlenen konser mekanlarında bir çok etkinlik düzenlenecek ve Mayıs ayında 20’nin üzerinde sanatçımız Berlin’de sahne alacak. Berlin’den katılacak sanatçılar ise ülkemizde yaşanan sarsıcı ve üzücü olaylardan dolayı Aralık ayında ülkemizdeki konserlerini gerçekleştirecek.

Konser programı ise şöyle;

XJAZZ – ISTANBUL

13.04.2016 Çarşamba

Laia Genc & Istanbul Composers Orchestra // Zorlu PSM Stüdyo

Nene // Coop

Erkan Oğur ‘Telvin’ & MadenÖktemErsönmez // Kadıköy Sahne

LAHZA (Mehmet İkiz & Cenk Erdoğan) // Karga

14.04.2016 Perşembe

Konstrukt // Coop

Selen Gülün Trio, Önce: ELI // Karga

15.04.2016 Cuma

Ediz Hafızoğlu ‘Nazdrave’ ft. Elif Çaglar Muslu / Sarp Maden 5 // Coop

MUTUMUT // Coop

Barış Demirel // Kadıköy Yeldeğirmeni

Korhan Erel & Çağrı Erdem // Karanlık İşler

16.04.2016 Cumartesi

Ah Kosmos! & Soyut Boyut // Roxy

Stefano Noferini // Kloster

17.04.2016 Pazar

İstanbul x Berlin Ensemble // Zorlu PSM Stüdyo

XJAZZ – ANKARA

12.04.2016 Salı

MadenÖktemErsönmez // If Performance Hall

13.04.2016 Çarşamba

Ediz Hafızoğlu ‘Nazdrave’ ft. Elif Çağlar Muslu // Passage

14.04.2016 Perşembe

Ah! Kosmos // Noxus

Önder Focan & Şallıel Bros – Funkbook // eSkiyEni

16.04.2016 Cumartesi

İslandman, Önce: Can Koçlar // Voodoo Blues

9 Nisan 2016 Cumartesi

Türkçe 16

Türkçenin 16. yayını ile tam olarak karşınızdayız.

Jakuzi – Koca Bir SaçmalıkPlaj – KeşkeCiermento Ferforte – KazımHayat Meyal – GünaydınBüyük Ev Ablukada – Arayan Bulur

7 Nisan 2016 Perşembe

Filmlerden Şarkılar: Wild

Yolculuğun amacı nedir? Bir yere varmak mı? Bir yeden ayrılmak mı? Yoksa sadece yolda olmak mı?

Ne çok sorulu bir yazı başlangıcı.Çoktan sövmeli sorular. Düşünmekten yaşayamazken, işleri iyice allak bullak etmiyor mu?Bak yine soru. Hep bir soru var çevremizde.

Onu öyle yapmasam ne olurdu?Neden bu haldeyim? Nasıl başa çıkacağım?

Soru cümleleri 8 yaşından gün almış vakti gelince geri verecek çocuğun sınav stresini gün geçtikçe hissedeceği hayatın yapı taşları. Yani sıkıcı.

Wild bir yol hikâyesi.

Hayatın açmazları karşısında bunalıma giren Cheryl Strayed’in yolculuğunu anlatıyor. Cheryl’nin yolculuğunu anlatırken fonda çalan müzikler gözlerimizin sırt çantasına gitmesine yol açıyor. Yönetmen Jean-Marc Vallée “C.R.A.Z.Y.” ve “Café de Flore” filmlerinde olduğu gibi seçtiği müziklerle Kıyı Müzik’in tüm haklarını 49 yıllığına bedelsiz almayı hak ediyor.

Yol güzeldir. Hikâyeler de.İzleyiniz, dinleyiniz.

Ahmet Yıldıray Ata

5 Nisan 2016 Salı

Haberler

Hazırlayan: Deniz Erden

Andrew Bird, yeni uzun çaları Are You Serious’un ilk parçası Capsize’a bir video klip çekmiş. Folk havasını soluduğunuz parçanın klip yönetmenliğini ise Taylor Manson üstleniyor. Albümün Fiona Apple ve Blake Mills eşliğinde kaydedildiğini ekleyelim.

İsveç’li üçlü Peter Björn and John, 7. stüdyo albümü olacak Breakin’ Point ile aynı ismi taşıyan yeni teklisini yayımladı. Uzun çaların tamamınaysa 10 Haziran’da kavuşulacak.

Slowdive’dan Rachel Goswell, Editors’ten Justin Lockey, Mogwai‘den Stuart Braithwaite ve film yapımcısı James Lockey’den oluşan dört kişilik grup Minor Victories, yeni bir kısa film yayımladı. Geçtiğimiz yaz başladıkları kısa film serisinde ilk video, grup için sevenlerine bir merhaba niteliğindeyken bu sefer albümden Folk Arp adlı tekli konuk oluyor hikayeye. Ayrıca dilerseniz, 3 Haziran’da yayımlanacak uzun çalardan A Hundred Ropes adlı teklilerine de listeden erişerek hafızaları tazeleyebilirsiniz.

Bu yıl ikincisi kutlanan ve Nils Frahm tarafından ilan edilen 29 Mart Piyano Günü’nde, yeni bir Nils Frahm kısa çalarıyla karşı karşıyayız. Solo adındaki albüm, 4 parçadan oluşmakta ve ücretsiz de buraya tıklayarak mp3 olarak indirebilirsiniz. İlgililere duyurulur.

Brian Eno, ses enstalasyonu şeklinde oluşturduğu parçalardan oluşan yeni albümü The Ship ile aynı ismi taşıyan 21 dakikalık teklisini yayınladı. Sanatçı, 2 bölümden oluşacak albümün ilk yarısını kapsayan The Ship için vokalleri özgür, ritmik yapıyı ise serbest bıraktığını, zincirlerden kurtardığını söylüyor. 2. bölümde ise Fickle Sun başlığı altında 3 parça dinleyeceğiz. Bunlardan biri de Velvet Underground’un I’m Set The Free adlı parçasının Eno yorumu olacak. Warp etiketiyle yayımlanacak albümün tamamına ise 29 Nisan’da erişilebilecek.

Bombay Bicycle Club’ın basçısı Ed Nash, solo projesi Toothless üzerinden ilk teklisini paylaştı. Space age pop tadında ve melodik yapısıyla bizleri yolculuğa çıkaracak türden parçanın çalışmalarını Beach House ve TV On The Radio gibi grupların prodüktörlüğünü üstlenen Chris Coady ile yapan Toothless, adını daha çok duyuracağa benziyor. Fakat öncelik, Terra.

İngiliz ikili Ben Fletcher ve Tom Higham ’ın oluşumu Aquilo, piyano ve vokalin oluşturduğu oldukça sade fakat bir o kadar içinize işleyen bir atmosfere sahip. Bazen elektronik öğelerinde eşlik ettiği parçalarında bu sefer büyüleyici ve lirik tattaki bir tekliyle karşımızdalar. Silhoutte, orkestral yapısı ve İsland Record etiketiyle taptaze.

2 Nisan 2016 Cumartesi

Bağımsız Yerli Müzik: Gözümüzün Tam Önünde

Hazırlayan: Tuğçe Yapıcı

Evde kayıt imkanlarının artması, dijitalin sunduğu paylaşım ve tanıtım olanakları, bağımsız plak şirketlerinin ortaya çıkışı, Sofar gibi bir gecede hayatımıza yeni bir müzisyeni sokmaya muktedir canlı performans programları derken son 5-6 sene müzik sahnemiz için bir hayli bereketli geçti. Aynı müzisyen/gruplardan çoğu zaman tıpatıp aynı cümlelerle bahseden kes-yapıştır usulü keşif listelerinin bunca rağbet gördüğü bir ortamda yerel bağımsız müzik sahnesine dair birtakım izlenimlerimi “Konserler” ve “Tanıtım” olmak üzere iki ayrı başlık altında bir araya getirdim, belki neler olup bittiğini merak eden birileri vardır diye.

Kimilerinin “indie” (aslen “independent” kelimesinden gelen ve bağımsız müzisyenleri tanımlamak için kullanılan terim zaman içerisinde janr anlamı da kazandı) kimilerinin ise bağımsız müzisyenler olarak tanımladığı fakat her iki terimin anlamı üzerinde de dünya çapında henüz bir mutabakat sağlanamadığı için muallakta olan bu konuyu aydınlatmak üzerime vazife değil. Evet, bugün bir müzisyenin en azından sınırlı bir kitleye adını duyurması yukarıda bahsettiğim imkan ve değişiklikler sayesinde eskisinden daha kolay bir hale geldi. Peki ya şarkılarını bir şekilde internete yüklemekle işlerin gerisi kolayca geliyor mu, müziğini paylaşmaya devam edebilmek, internet deryasında kaybolmadan kendi tanıtımını yapabilmek, konser verecek uygun bir mekan bulabilmek, booking yapabilmek, hele bir de müzikten kazandığı parayla hayatını idame ettirebilmek günümüz müzisyenleri için nasıl deneyimler?

Bu yazıda geçtiğimiz aylarda ilk iki toplantısını gerçekleştiren ve bağımsız müzisyenler için ihtiyaç duyulan örgütlenme eksiğini kapatma yolunda kayda değer bir girişim olan Bağımsız Müzik Oluşumu‘na dahil 30′un üzerinde kişi tarafından cevaplanan anketin sonuçlarına başvurdum. Müzisyenlerin sektörde karşılaştıkları sorunları tartışabilecekleri, deneyimlerine dair bilgi paylaşımında bulunabilecekleri, kolektif çalışmalara ortam hazırlayabilecek bir örgütlenmenin eksikliği sık sık dile getirilen bir ihtiyaç. BMO‘da müzisyenlerin yanı sıra menajer, organizatör, müzik yazarı gibi müzik sektörünün diğer alanlarında emek harcayan kişiler de bulunuyor; bu çeşitlilik sayesinde çok yönlü tartışmalar üreteceğini düşündüğüm oluşumun faaliyetlerinin yakından takip edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bahsettiğim ankette yer alan iki temel soruya verilen yanıtlar bu yazıyı yazarken bana yardımcı oldu:

1- Müzik camiasının bir ferdi olarak bu camiaya dair yaşadığınız problemler nelerdir? 2- Bu Oluşum’un nelere çözüm üretmesini umut ediyorsunuz? Oluşum’dan beklentileriniz nedir ya da nelerdir?

Konserler

Henüz adınız geniş kitleler tarafından bilinmiyor, internette müziklerinizi paylaştınız, şanslıysanız Sofar’da bir videonuz yayınlandı ve ilk etapta işinizi bir hayli kolaylaştıracak şekilde performansınız bolca izlendi. Artık konser vermek istiyorsunuz ama menajeriniz olmadığı ve henüz gerekli bağlantılara sahip olmadığınız için nereden başlayacağınızı bilmiyorsunuz. Çalmayı dilediğiniz mekanlarla kendiniz iletişime geçmekten başka bir çareniz olmadığını idrak edeceğiniz nokta burası. Akabinde “hangi mekanlar?” sorusunu sorma aşamasına geldiğinizde müziği odak noktasına yerleştiren, müzisyenlere değer verip onlarla doğru iletişim kuran, üstüne üstlük ses sisteminden de tatmin olabileceğiniz mekanların sayısının İstanbul için iki elin parmaklarını geçmediğini öğrenmeniz uzun sürmeyecektir. Müzisyenler arasında tercih edilen alternatif müzik sahnesine destek veren bu belirli mekanların dışına çıktığınızda ise nelerle karşılaşabileceğinizi bilmemek ürkütücü gelebilir. Müzisyene değer vermeyen mekan sahipleri ile işletmecilerin mafyatik tavırları, booking için iletişime geçtiğinizde Facebook sayfanızın beğeni sayısını sorarak sanatsal üretimi rencide eden tutum, sizi yalnızca “kaç bilet kestiğinize” göre değerlendiren tüccar zihniyeti, size vadedilen zaten cüzi miktardaki ödemelerin aradan aylar geçmesine rağmen asla bir vaatten öteye geçmemesi gibi sorunlar en sıklıkla deneyimlenenler arasında. (Can Kazaz’ın Bir Müzisyenin Lağım Rehberi başlıklı açık sözlü yazısı bir müzisyenin ağzından işin iç yüzünü duymak isteyenler için önemli bir deneyim paylaşımı.) Tabii İstanbul dışına çıktığınızda İzmir, Ankara, Eskişehir, Antalya gibi büyük şehirlerde bile işinizin çok daha zor olduğunu, tür ve ciro gözetmeksizin size kuçak açacak mekanların sayısının daha da azaldığını belirtmeme gerek bile yok.

Müzisyen açısından hal böyleyken müziğin neredeyse her türüne can-ı gönülden destek veren ve müzisyenlerle güzel ilişkiler kuran mekanların da maddi anlamda tatminkar bir kaşe sağlayamadıkları, çoğunlukla “kapıya çalma” yönteminin revaçta olduğu acı bir gerçek. Bunun sebeplerini anlamak için öncelikle müziği canlı dinleme deneyiminin çevremizde nasıl algılandığına bir göz atmak gerekiyor.

İsmini sıklıkla duyduğunuz, sosyal medya ile dijital platformlardaki görünürlüğü yüksek olan bir müzisyen veya grubun konserine gittiğinizde bilet bulamama ihtimaliniz olduğunu düşünürken, konsere gelmiş 20 civarında kişiyle karşılaşınca başlarda biraz şaşırabiliyorsunuz. Alternatif müziğe kapı açan konser mekanlarımızın azlığı ile booking zorluğu müzisyenlerin başlıca şikayetlerinden olsa da bana kalırsa asıl sorun konser kültürümüz ve müziği canlı dinleme deneyimine dair algımız ile alakalı. Örneğin İstanbul’da konser izleyebileceğiniz bütün alternatif canlı müzik mekanlarının kapasitelerini toplasak herhangi bir akşamda müzik dinlemek isteyen eşit veya yakın sayıda dinleyici bulup bulamayacağımızı merak ediyorum. Tabii ki arkadaşlarla haftanın muhasebesini yapmak üzere hafta sonu dışarı çıkıp konser boyunca kokteyl misali ayakta dikilip muhabbet etmekten bahsetmiyorum. Kitlenin sınırlılığından ötürü konserlerde hep aynı yüzleri görmek bir süre sonra “kendimiz çalıp kendimiz eğleniyoruz” hissi yaratmaya başlıyor. Yani “mekan az” önermesine, “seyirci az” karşıt önermesiyle cevap vermek istiyorum. Her sene büyük popülarite yakalayarak konserleri sold out olan bir veya iki isim dışında durumun özeti maalesef budur: Konserler çoğunlukla boş geçiyor. Öyleyse benim aklıma gelen ihtimaller şunlar:

1- Yeni müzikleri takip eden sınırlı bir kitle var ve bu müzikler bu kitlenin ötesine ulaşamıyor. 2- İnternet üzerinden yeni müzikleri keşfedip dinleyen ama konserlere iştirak etme alışkanlığı/gereksinimi olmayan bir kesim var.

Bir diğer mesele de dinleyicilerin konser biletine ücret ödemek istememeleri. Ücretsiz online streaming uygulamalarının yaygınlaşmaya başlaması sonucunda albüm satın alma kültürünün koleksiyonerleri hariç tutarsak neredeyse yok oluşu müziğin bütünüyle ücretsiz olarak tüketilmesi algısını da doğuran faktörlerden en önemlisi. Bir konsere aylar öncesinden bütçe ayırıp bilet alınan günlerden, bir içki parasını bile izlemek istediği gruba çok gören bir dinleyici kitlesine doğru dönüşüm geçirdik. Resmin tamamını görebilmek için bu dönüşümün arkasındaki sosyo-ekonomik faktörlerin çeşitliliğini göz önünde bulundurmak gerekli olmakla beraber bugün geldiğimiz noktada dinleyicinin konser biletine para vermekten hazzetmediği tespitini yapmakta sakınca görmüyorum. Burada siyah-beyaz bir yargıda bulunmak gibi bir niyetim olmasa da vaziyetin yalnızca dinleyicinin ekonomik durumuyla açıklanamayacak bir tercih olduğunu belirtme gereği duyuyorum. Yoksa sevdiğin grubu dinlemek için bilet alıp tek bir içki satın almadan konser dinlemek de bir tercihtir, artık böyle bir tercihin varlığı unutulmuş olsa da. Kısacası artık müzik dinlemek öncelik taşımıyor, gece dışarıya çıkmak için ayrılan bütçeden geriye bir şeyler arta kalırsa bir konsere gitme ihtimali doğuyor. Şunu da eklemek gerekir ki burada yaptığım bütün değerlendirmeleri okurken albüm satışından gelir elde etmenin mümkün olmadığı bu dönemde müzisyenlerin tek gelir kaynağının konserler olduğunu unutmamak gerekir. Maksimum 20 biletin kesildiği, giriş ücretinin ise yine maksimum 20 TL olduğu bir konser düşünün. Sahnede ise 4 kişilik bir grup olduğunu. Yalnızca müzik yaparak geçinmenin birkaç şanslı müzisyen dışında pek kimseye nasip olmadığını söylemek yanlış olmaz.

Müzisyenlerin bezdiği bir diğer konu da yılbaşı piyangosu vurunca birden peyda olan hiç tanımadığınız uzak akrabalar misali senelerdir görüşmediğiniz halde konseriniz için sizden “kapıya ismini yazdırmanızı” isteyen, unutursanız da gönül koyan eş dost. Giriş ücretinin 10 TL olduğu konserlerde bile böyle bir istekte bulunmadan önce bir defa da olsa düşünmekte fayda var. Konserlerden alınan ücret çoğu zaman müzisyenlerin ekipmanlarını taşımak için harcadıkları taksi parasını bile karşılamıyor, her şeye rağmen müziğini paylaşabilmek adına üzerine cebinden para ödeyip konser vermek de günün sonunda müzisyeni ne derece memnun ediyor, tartışılır.

Yazının girişinde bahsettiğim Bağımsız Müzik Oluşumu‘nun anketinde müzisyenlerin oluşumdan beklentilerinden birisi “büyük dinleyici kitleli yaş sınırsız gündüz konserleri ile farklı kitlelere ulaşmak”. BMO‘nun da önümüzdeki aylarda bu yönde bir organizasyon düzenleme çalışmaları mevcut. Burada aslında konserlere en meraklı olunan, maddi gücü elvermese de bir şekilde harçlık biriktirip evden kaçıp gidilen ve müzik aşkının oluşumunda kritik yaşlara tekabül eden 18 yaş altı kitlenin katılım gösterebileceği konserlerin nadiren gerçekleşmesi, konser organizasyonlarının yalnızca alkol satışı olan mekanlara hapsolmuş olması müzisyenlerin belirttiği sorunlar arasında. Özellikle eklemek istediğim bir husus mekanlar konusunda yaşanan bu hapsolmanın makro bir versiyonunun da coğrafi boyutlarda yaşandığı. Bağımsız müzik yalnızca alkollü mekanlara değil esasen birkaç şehre, hatta bu şehirlerdeki birkaç semte hapsolmuş durumda. Üretilen bu taze ve ezber bozan, geniş kitlelere yayılmayı hak eden müziklerin öncelikle hapsoldukları kentler ile mahallelerden kurtulmak suretiyle zincirlerini kırmaları gerekiyor. Bu açıdan bakıldığında Anadolu konserlerinin, turnelerin, büyük şehirler dışında gerçekleştirilecek her türlü kolektif faaliyetin büyük önem taşıdığına inanıyorum.

Yalnızca bağımsız müzisyenlerin değil müzisyeninden organizatörüne, sesçisinden ışıkçısına sektördeki bütün müzik emekçilerinin hayatını zorlaştıran konser iptallerinden de bahsetmeden geçemeyeceğim. Her ne hikmetse “ülkemizde yaşanan üzücü olaylar” karşısında duyarlılık ve özveri beklenen tek meslek grubu müzisyenler haline geldi. Geçtiğimiz üç sene boyunca bu durum zaten müzisyenler ile mekanları yeterince zorlamışken son haftalarda sokakları bomboş bırakacak kadar iliklerimize sirayet eden ve marazi bir biçimde yayılan korku yine konserlerin bir kısmının iptaline neden oldu. Gidişat değişmediği takdirde önümüzdeki aylarda işlerin daha da zorlaşacağını tahmin etmek maalesef zor değil. Konser iptallerinin sebep olduğu maddi zorluklar bir yana bu iptallerin bir de manevi boyutu söz konusu. Aylarca hazırlandığınız bir lansman konserinin veya uzun zamandır gitmeyi beklediğiniz bir şehirdeki konserinizin gelecekte belirsiz bir tarihe ertelenişi, belki de o tarih geldiğinde yeniden ertelenişi… Hem de siz neye nasıl fayda sağladığı meçhul böyle bir hassasiyet gösterirken herkesin bir gün bile ara vermeden işine gidip gelmesi, maçların, izdivaç programlarının, gece kulüplerinde sabahlara kadar eğlencenin tam gaz devam etmesi, hiçbir sanatsal niteliği bulunmayan komedi filmlerinin sinemaların önünde kuyruklar oluşturması, AVM’lerin dolup taşması… Bu esnada müzisyenden beklenen şey kendisinin dışında kalan kesim için “durdurulamayan” hayatı köşesinden seyretmek ve konser verebilmek için gündem şartlarının münasip olduğu bir günün gelmesini beklemek. “Kısmetse olur“.

Tanıtım

Son senelerde isimlerini yeni yeni duymaya başladığımız nitelikli müzik üreten müzisyen/grupların konserlerinin boş geçmesi tanıtım konusunda büyük bir eksikliğin varlığını kanıtlar nitelikte. Maddi imkan veya doğru stratejiler sayesinde yapılan PR çalışmaları bazı isimlerin görünürlüğünü artırırken aynı zamanda bir yanılsama da yaratıyor. Hakkında en fazla konuşulan, ismine her yerde maruz kaldığınız, konserleri sold out olan isimlerin son senelerde bağımsız müzik piyasasından çıkan isimlerin arasında en nitelikli müzik yapanlar olduklarını söylemek yanlış olur. Buz dağının görünen kısmında birkaç isim ziyadesiyle ön plana çıkıyor olabilir ama yeni isimleri tanımak için biraz zaman harcamaya gönüllü olursanız henüz Facebook sayfalarını 300 kişinin beğendiği isimlerin de bir an önce kulak kabartılmaya değer işler yaptıklarını göreceksiniz. “Aradan sıyrılıp öne çıkanların en iyiler olduğu şüphesiz” diye düşünmeyin, BMO anketinde belirtilen problemlerden birisi de “özgün olanın değil, dayatılanın iyi olduğu algısının toplumda oturması ve oluşan algı bozukluğu“. Dinleyicinin çevresindeki seslere kulağını biraz daha açması herkesin yararına olacaktır, adını henüz hiç duymadığınız bir grup çok yakınınızda harikalar yaratırken siz burnunuzun ucunu görmekten aciz bir halde o akşam “herkesin gideceği bir konsere” bilet aramakla meşgul olabilirsiniz. Sırf o akşam herkes oraya gidiyor diye.

Bağımsız müzisyenlerin ana akım medyada yer bulabilecekleri imkanlar maalesef gazetelerin müzik yazarlarına ayrılan köşelerden ibaret. Süreli müzik yayınlarının da tarihe karışmasıyla beraber bloglar ile dijital yayınların önemi giderek artıyor. Ürettikleri içeriklerin kapsam ve nitelikleri tartışılır olsa da en azından beğendiğiniz müzisyenlerin son çalışmalarını, etkinlik takvimlerini iki satırlık güncel haberlerle takip etmekte kolaylık sağlıyorlar. Biraz da dijitalin doğası gereği rağbet gören hap içerik alışkanlığı yüzünden çoğunlukla çabuk tüketilebilir içeriklerin pek de ötesine geçemediklerini düşünüyorum. Yine de dijitalde nitelikli yayınların sayılarının giderek artması temennimiz. Şimdilik beğendiğimiz müzisyenlerin kendi sosyal medya sayfaları ve profillerinden başka eylemlerine dair bilgi alabildiğimiz neredeyse tek kaynak oldukları için bu yayınların değerinin bilinmesi ile iyileştirilmeye çalışılması gerektiğini düşünüyorum. Bu yüzden de eli kalem tutan, bir diyeceği olduğuna inanan insanların ille de matbu yayın romantizminden vazgeçip dijital ortamda erişilebilecek nitelikli içerik üretme yolunda çaba göstermeleri herkesin yararına olur. Bir metnin yayınlandığı format, içeriğe biçilen değeri belirleyebilecek bir kriter teşkil etmez; bu nedenle de internette kapsamlı ve nitelikli müzik değerlendirmelerinin bulunması için engel göremiyorum. Yani dijitalde kullanılan dil veya blogger dili hangi meseleyi ele alırsa alsın ille de laubali ve yüzeysel olmak zorunda değil.

Tanıtım konusundaki imkansızlıkların bağımsız sahneye yeni adım atmış müzisyenleri biraz daha yaratıcı olmaya, hatta belki de el ilanı, afiş gibi eski usul yöntemlerden faydalanmaya, kendi merchandise ürünlerini satışa sunmaya yöneltmesi de olumlu bir gelişme. Belki de tanıtımı basın veya dijital ile sınırlamaksızın biraz daha geniş düşünmek gerekiyor. Yakın zamanda etkileyici bulduğum bir örnek geçen yaz Moda’nın son derece işlek bir noktasında bulunan evlerinin balkonuna üzerinde internet sitelerinin ismi yer alan bir afiş asan Ahmet Beyler‘di. Albümleri yayınlanmadan birkaç ay evvel evlerinin karşısındaki mekanda otururken gözüme çarpan afiş sayesinde yeni bir grupla tanışma fırsatı yakalamak sırf keşif biçimimin özgünlüğü yüzünden bile akılda kalıcı.

Tanıtım için yeterince önem verilmeyen bir diğer yöntemin de compilation albümler olduğunu düşünüyorum. Farklı janrlara ait olsa bile benzer bir ruhla üretilen müziklerin bir araya toplandığı bu albümler dinleyicinin takip ettiği gruplar aracılığıyla duyup sevebileceği başka grupları da keşfetmesine imkan tanıdığı için sayıca artmalarını sevindirici buluyorum. Özellikle yakın zamanda Robonima kolektifi tarafından yayınlanan Robotape 1.0 ile Sonikraf tarafından yayınlanan A Day In The Park: A Sonikraf Compilation albümlerinin her yerde duyamadığınız, alternatif dijital yayınlar ile bloglarda bile kendilerine yer bulmakta zorlanan fakat şahane işlere imza atan müzisyenleri toplu halde keşfetmeniz için takdire şayan birer çalışma, iyi birer örnek olduklarını söyleyebilirim.

Sundukları görsel içerik ile de seyirciyi cezbeden performans videosu programları da son senelerde video çekmek için bile bütçe bulamayan yeni isimlerin tanıtımında inkar edilemez bir rol oynadı. Levent Sevi‘nin Evden Uzakta ve Pürtelaş 3+1 programları, B!P Akustik ile Groovypedia bu alanda bol miktarda içerik üreterek tanıtımın yanı sıra bir dönemin belgelenmesi konusunda da önemli birer arşiv kaynağı vazifesi görüyorlar. Sofar İstanbul‘un yarattığı hype ise 90′ları yaşayan çoğu kişi gibi bana da ister istemez Mirkelam’ın durmadan koştuğu klibiyle bir gecede ünlü olmasını hatırlatıyor. Pürtelaş 3+1′in de sona ermesinin ardından performans videosu programları arasında son dönemdeki iki favorimden birisi Kargart ile Duende Creative ortaklığında hayata geçirilen Biz Geldik, diğeri ise Venüs Music ekibinin ilk sezonunu bitirmek üzere olduğu ikinci sezonunu ise şimdilik zulada tuttuğu Ehvenişer. Bu iki programa özellikle dikkat çekmek istememin ortak sebebi seçkileriyle dinleyiciyi her yerde rastlayamayacağı isimlerle tanıştırma konusundaki gayret ve istikrarları.

Byzantion Fest, Paradisos Sessions, Demonation Festival, Bağımsız! Festival, Reggae Fest, Beton Orman Sessions gibi çoğunluğu periyodik olarak gerçekleşmeyen festival ve etkinlikler de henüz duymadığınız fakat tanısanız çok memnun olacağınız bağımsız isimleri bir araya getirerek dinleyicinin yeni keşifler yapması için gerekli imkanları sunuyor. “Açık hava festivalleri çok pahalı” diye yakınıp bütün yaz tek bir konsere bile gidemeyecek durumda olabilirsiniz; ama geçen yaz aynı esnada Burgazada’da (Cennet Bahçesi) denizi arkanıza ormanı karşınıza alıp her Cumartesi günü ücretsiz olarak gerçekleşen Paradisos Sessions kapsamında her türden müziği keşfetmek mümkündü. Amaç “müzik” dinlemek olduktan sonra herkesin cebine ve beğenisine uygun alternatifler mevcut, siz yeter ki takibe alın ve tanıtıma ayıracak bütçesi olmayan etkinliklerin de teşrif etmeye değer olduğuna önce bir kendinizi inandırın.

Kıssadan Hisse

Birazcık gözümüzü açtığımızda her gün yeni isimler duyabileceğimiz bir dönemde dinleyici olarak üzerimize düşen duyduğumuz seslere daha iyi kulak kabartmak. Özellikle de sürekli gözümüze sokulanlara değil de dipten, derinden gelenlere.

Yayınlar, müzik yazarları, radyo programcıları, mekan işletmecileri, müzik direktörleri, organizatörler için de benzer bir öneride bulunmadan geçemeyeceğim. Yeni isimlere gerçek anlamda fırsat tanımaksızın hep aynı isimlere yer vermek özünde iyi niyet barındırsa da zaman içinde fark etmeden yalnızca eşinin dostunun işini promote etmeye dönüşebiliyor. Arkadaşlara, birlikte vakit geçirdiğimiz, tanıdığımız bildiğimiz insanlara destek olmak elbette önemli ama hiç kimseyi tanımadığı halde evinde kendi kendine müzik yapan ve bunları nasıl paylaşacağını bilemeyen insanlar olduğunu da unutmamak gerek; klanlaşmanın fazlası onlara “doğru insanları tanımadan müziğini paylaşmanın, hatta ve hatta müzik yapmanın mümkün olmadığını” düşündürterek heves kırabiliyor; umutsuzluğa düşmelerine ve yol yakınken geri dönmelerine sebep olabiliyor. Halbuki algı ve beğenilerimizi yönlendiren hype’ın değil de yalnızca “ses”in peşinden gittiğimiz takdirde her türlü müziğe ulaşmamız kolaylıkla mümkün olacaktır. Hepsi gözümüzün tam önünde.